11.14.2024

KÜRESEL FARKINDALIĞI ARTIRMA GİRİŞİMİ: İSRAİL BOYKOT YASASI

Yazımıza konu olan Batı Şeria bölgesi, Filistin Devleti’nin bir parçasıdır. İsrail, bu bölgeyi 1967 yılında Altı Gün Savaşı ile birlikte işgal etmeye başlamıştır. BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu ve Uluslararası Adalet Divanı bölgenin İsrail işgali altında olduğunu kabul etmektedir. 2018 yılına dair istatistikler göz önüne alındığında, İsrail’in Batı Şeria topraklarının %51,6’sını ele geçirdiği görülmektedir. Batı Şeria topraklarının %9,3’ünde İsrail yerleşimleri bulunmaktadır. İsrail, biri Kudüs’te olmak üzere Batı Şeria’da 26 sanayi bölgesi inşa etmiştir. Aynı zamanda Batı Şeria topraklarının %20’si, İsrail tarafından “devlet arazisi” olarak kontrol edilmektedir.

Değerlendirmelerimize konu olacak kanun tasarısı, İsrail’in işgal etmiş olduğu topraklar üzerinden yaptığı ihracatı kapsamaktadır. Bunun yanında AB, İsrail’in en büyük ithalat ve ihracat pazarı olmakla beraber; İsrail’in toplam ticaret hacminin yaklaşık üçte birini AB ülkeleri ile yaptığı ticaret oluşturmaktadır. İsrail, 2014 yılında AB’nin 27. büyük ticari ortağı haline gelmiştir.

Bu bağlamda ele alacağımız yasa tasarısı, İsrail’in Batı Şeria’da işgal ettiği yerleşim yerlerinde ürettiği malların ithalatını veya satışını, belirli hizmetlerin sağlanmasını ve işgal altındaki bir bölgeden çıkarılan kaynakların tedarik edilmesini bir ülkede suç unsuru haline getirmektedir. Mevzu bahis yasa tasarısı, İrlanda meclisinin gündemine bağımsız senatör Frances Black tarafından Ocak 2018’de sunulmuş, birçok insan hakları örgütü tarafından destek bulmuş; Seanad Éireann ve Dáil tarafından onaylanmıştır. Fakat, hükümet tarafından henüz yasa yürürlüğe konulmamış ve bir tür ekonomik stres testine tabi tutulmuştur. Yasa tasarısının amacı, Filistin halkına yapılan adaletsizliklere ilişkin küresel farkındalığı artırma girişimi olarak nitelendirilmiştir.

İşgal altındaki bölgelerde yasa dışı yerleşim yerleri ile yapılan ticaretin, doğrudan işgalcinin varlığını meşrulaştırmak ve uluslararası hukuku göz ardı etmek olduğu savunulmuştur.

Bu yasa tasarısıyla birlikte; İsrail’in işgal ettiği bölgeler, Golan Tepeleri ve geçici olarak Yeşil Hattın ötesine seyahat eden İsrailli’lerin ürettikleri malların ithal edilmesi veya bu bölgeler aracılığıyla verilecek hizmetlerin alınmasının yasaklanması amaçlanmıştır. Buna göre, uluslararası yasal mutabakatın olduğu bölgeler için “işgal toprakları” kavramı karşılık bulacak ve yasa tasarısı da bu bölgeler için geçerli olacaktır. Diğer bir deyişle ‘’hedef bölge’’ İsrail’in uluslararası kabul görmüş sınırları dışındaki topraklardır.

Uluslararası ceza hukuku uyarınca; bir devletin sivil nüfusunun, askeri olarak işgal ettiği bir bölgeye taşınması bir savaş suçudur. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 8. maddesinde düzenlenen bu maddeye göre: ‘’İşgalci devletin kendi sivil nüfusunun bir bölümünü işgal ettiği topraklara doğrudan veya dolaylı olarak nakletmesi veya işgal edilen topraklardaki nüfusun tamamının veya bir kısmının bu ülke içinde veya dışında sürülmesi veya nakli” savaş suçu sayılmaktadır. Bu durum, uluslararası karakterde olmayan ancak silahlı çatışmalarda uygulanabilir hukukun ve teamüllerin “ciddi ihlali” olarak kabul edilmiştir. İrlanda da, bu bağlamda bu yasa ile siyasi politikası ve ticaret politikası arasındaki tavır çatışmasını önlemeyi amaçlamıştır.

İrlanda örneğinde boykot yasası; İrlanda vatandaşları, İrlanda’da ikamet eden kişiler, şirketler yasası kapsamında kurulmuş veya merkezi İrlanda’da bulunan bir şirket, tüzel ve gerçek kişiler bakımından geçerli olacaktır. Yasaya göre yalnızca işgal bölgelerindeki yerleşimlerden ithalat yapılması, teşebbüs edilmesi ve ithal etmeye yardım edilmesi; bu bölgeye ait malların satışı, satmaya teşebbüs edilmesi ve satılmasına yardım edilmesi; işgal yerleşimleriyle bir anlaşma yapmaya teşebbüs edilmesi ve anlaşma yapılması; bölgedeki kaynakların kullanılması, çıkarılması suç teşkil etmektedir. Bu suçun yaptırımı ‘’12 ayı aşan hapis cezası, 250.000€ para cezası veya her iki cezanın birlikte tatbik edilmesi’’ şeklinde tanımlanmıştır.

İrlanda ekonomisinin bu kanun teklifinin kabul edilmesi halinde nasıl etkileneceği sorusu merak konusu olmuş ve çeşitli değerlendirilmelere tabi tutulmuştur. AB-İsrail İş Birliği Anlaşmaları da göz önünde bulundurulduğunda, bu yasa teklifi AB Hukukunu ihlal eden bir yasa teklifi gibi görülebilir. Fakat, yasa teklifinin kapsam alanı sadece işgal edilmiş bölgelerle sınırlı olduğu ve konunun “kamu ahlakı, kamu politikası veya kamu güvenliği ve insan sağlığının ve yaşamının korunması” gerekçeleriyle temellendirildiği göz önüne alındığında ihlal durumu ortadan kalkmaktadır. Bilhassa “kamu politikası” açısından İrlanda; bu tip bir yasayı diğer tüm yasalara uygun görmekte ve böyle bir düzenlemenin yasalaşmasından hem hükümet hem de ülke halkı olarak çekinmemektedir.. Fakat, yasanın onay aşamasına yaklaşmasıyla birlikte ABD, “İsrail’i Boykot Etme Yasağı”nı kabul etmiş ve farklı uluslararası dengelerden dolayı İrlanda’nın bu tavrını tekrar gözden geçirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Uluslararası Adalet Divanı, “toprak bütünlüğüne saygı” ilkesini yerleşik içtihad olarak kabul etmiş ve kuvvet kullanma yasağını jus cogens normu olarak nitelendirmiştir. Uluslararası Hukukun yapıtaşlarından birisi, “toprak bütünlüğüne saygı” ilkesidir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Birleşmiş Milletler Uluslararası İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin (İkiz Yasaların) ortak birinci maddesinin birinci fıkrasına göre; “Bütün halklar kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Bu hak uyarınca bütün halklar, kendi siyasal statülerini özgürce belirlerler ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce gerçekleştirirler”. Bu bağlamda, İrlanda’nın hamlesi, devletin siyasi politikasındaki serbestliğini de göz önüne sermektedir.

Yine, BM Sözleşmesi 1. Maddede: “barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak, saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek” ilkesi BM’nin amacı olarak sayılmış olup, boykot yasa tasarısı AB Hukuku, BM Şartı, UAD Kararlarıyla paralellik göstermektedir. Zira yasa yalnızca işgal bölgelerini hedeflemektedir. Hedef, direkt olarak İsrail’in BM tarafından kabul edilmiş meşru hakları değildir. Bu tepkisel tavır, toprak ilhakının reddedilmesi ve uluslararası barışın korunması noktasında önemli bir adım olacaktır.

Bu bağlamda, Türkiye bir boykot yasası çıkarabilir mi? Böyle bir yasa çıkarılır ise sonuçları neler olur? İrlanda örneği üzerinden değerlendirebiliriz.

Türkiye, 28 Mart 1949’da İsrail’i resmen tanıyan ilk Müslüman devlet olmuştur. İşgal edilen topraklar hususunda kınama seviyesinde bir tepki göstermektedir. Zaman zaman çeşitli STK’ların grup boykotları İsrail hakkında devam etse de bugüne kadar ülke çapında bir boykot kararı gündeme gelmemiştir.

Boykot düzenlemesi için benzer bir yasa tasarısının oluşturulması gündeme geldiğinde, öncelikli olarak bu düzenlemenin kapsamının belirlenmesi gerekecektir. Tabi ki belirlenmesi gereken ilk husus; işgal edilmiş topraklar olarak görülen alan sınırları olacaktır. Hangi firmaların yasak kapsamında olacağı, hangi ürünlere dikkat edilmesi gerektiği ve daha birçok konunun ayrıntılı belirlenmesi gerekecektir. Zira, Türkiye’nin İsrail ile ciddi bir ticari ilişkisi bulunmaktadır. Toprak bazında değerlendirilmeyen ve tüm İsrail ürünlerini boykot yasası kapsamına alan bir düzenleme her konuda Türkiye’yi zor durumda bırakabilir. Self Determinasyon ilkesi gereğince Türkiye, dış politikasını belirlemekte serbesttir. Fakat öncesinde, Türkiye’nin tarafı olduğu anlaşmaların ve statülerin vermiş olduğu hamle serbestisi dahilinde politikasını belirleyebileceğini belirtmek gerekir.

İrlanda boykot yasası gündeme geldikten sonra, yalnız İsrail kanadında değil Amerika kanadında da aksiyon alınmıştır. Türkiye’de boykot düzenlemelerinin gündeme gelmesi halinde benzer aksiyonun alınacağı beklenmelidir. Bu sebeple üzerinde çalışılacak bir kanuni düzenlemenin hem uluslararası hukuk bakımından hem de hakkaniyet ilkesine uygun bir şekilde ortaya çıkarılması çok büyük önem taşımaktadır.

Kaynak: Hukukçular Derneği Uluslararası Hukuk Komisyonu