04.20.2024

Paralel Toplum Eleştirisi Olarak Göçmen Mahalleleri

Yirminci yüzyılın başlarında endüstrileşmeye dayalı ekonominin büyümesiyle Almanya göç alan ülke konumuna geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Almanya’da yabancı işçilerin çalıştırılmasına devam edildi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik kriz ve yüksek orandaki işsizlik; Marshall yardımları, para birimi reformları ve sosyal piyasa ekonomisinin uygulanması sonucunda ortadan kalkmış ve Almanya hızlı bir ekonomik büyümeye doğru yol almıştır. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle meydana gelen nüfustaki düşüş, 1961 yılında inşa edilen Berlin Duvarı ile doğudan gelen göçün engellenmesi ve sanayiye dayalı ekonomik büyümenin neden olduğu iş gücü talebindeki artış Almanya’da iş gücü kıtlığını ortaya çıkardı.

İş gücü kıtlığına çözüm olarak Almanya çeşitli Avrupa ve Kuzey Afrika ülkeleriyle işçi alımı anlaşmaları imzaladı. İşçi alımı anlaşmalarının önemli özelliklerinden bir tanesi gelen işçilere geçici çalışma izinlerinin verilmesiydi. Ülkenin iş gücü ihtiyacını belli bir süre için karşılayacak olan işçilerin sonrasında kendi ülkelerine dönmeleri planlanmıştı. Ancak dönemin misafir işçileri Almanya’ya temelli yerleşme yöneliminde oldular. Her ne kadar Alman hükûmetinin misafir işçilerin ülkelerine geri dönmesini teşvik edecek parasal yardımlarda bulunması ve Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi olmayan ülkelerden gelen misafir işçilerin aile birleşimi başvurularını durdurması gibi misafir işçilerin ülkede temelli kalmasını engelleyecek politikalar yürütülse de misafir işçiler artık göçmen sıfatıyla Alman toplumunun bir parçası olmuştu.

Paralel Toplum Tartışmalarının Gölgesinde Göçmen Mahalleleri

1980 yılına gelindiğinde Almanya’daki göçmen sayısı 4 milyon 500 bindi. (Bade 2013, 76) Günümüzde ise göçmen kökenli Alman vatandaşlarının sayısı 15 milyon 600 bin. Bu göçmen nüfusunun dörtte birini Türkiye kökenli göçmenler, %7,8’ini İtalyan ve %5,9’unu Polonyalı göçmenler oluşturuyor [1]. Nüfustaki çeşitlilik Almanya’da entegrasyon, çok kültürlülük ve paralel toplum gibi kavramların tartışılmasına yol açtı.

Birçok çalışmanın ve uyum politikalarının odak konusu da göçmenlerin Alman toplumuna entegrasyonu ve kimlik sorunları oldu. Göçmenlerin şehirlerdeki görünürlüklerinin artması ve yaşadıkları şehirleri dönüştürmeleri ise 2000’lerden sonra tartışılmaya başlandı. Oysaki 1980’lerin sonlarından itibaren fabrikalarda çalışan işçilerin artık kendi aile işletmelerine ve şehirde kendilerine ait restoran, kahvehane, market, kültür merkezleri ve cami gibi sosyalleşme alanlarına sahip oldukları görülmektedir. Aile işletmelerine sahip olma ve sosyalleşme alanlarının kurulması, göçmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı mahallelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Göçmen mahalleleri paralel toplum tartışmalarında gettolaşma ve mekânsal ayrışmanın sonucu olarak sosyal ve kültürel dışlanma altında kendine yer edinmiştir. (Kraus and Schönwälder 2006, 213) Ancak göçmenlerin yaşadıkları şehirlerin belli mahalle ve semtlerinde ikamet etmeyi tercih etmeleri Alman toplumundan ya da diğer etnik gruplardan tamamen ayrıştığını mı gösterir?

Göçmen Mahallelerinin İşlevi

Etnik grupların mekânsal ayrışmasının paralel toplum inşası olarak yorumlanması tartışmaya açık bir konu. Göçmen mahallelerinin kurulması özellikle yeni gelen göçmenler için fayda sağlar. Bu mahalleler göçmenlerin Alman toplumuyla karşılaştıkları ilk duraklardır. Göçmen mahallelerinin sonucu olan mekânsal ayrışma göçmenlerin hem kendi farklılıklarının bilincine varılmasına ve kimliklerinin yeniden inşasına hem de göçmenlerin Alman toplumuna entegrasyonu için hazır hâle gelmelerine yardımcı olur. Ayrıca göçmenlerin Alman toplumuna katılımı için gerekli özgüvenin oluşturulmasına yardımcı olan göçmen mahalleleri paralel toplum kavramında belirtilmek istendiği gibi Alman toplumuna bilinçli bir tepki değil; yeni bir ülkeye yerleşme sürecinde ortaya çıkan doğal bir ihtiyaçtır.

Ghassan Hage bu durumu göçmenlere yerel fırsatları fark etmelerinin ve araştırmalarının bir yolunu sunan yeni bir yuva hissi yaratma süreci olarak tanımlar. (Hage 1997, 108) Bu süreci tetikleyen arzuya ev sahibi olma arzusu (İng. “homing desire”) denir. Bu arzu ne bir ev satın alma arzusu ne de ana yurda geri dönme arzusu anlamına gelir. Ev sahibi olma arzusu gündelik hayat deneyimlerinden oluşur. Göçmenler gündelik hayat pratiklerini sürdürürken rastgele ortaya çıkan yüzleşmelerden ortaya çıkan köklülük duygusu, ev sahibi olma arzusudur. (Brah 1996, 4) Almanya’nın Mannheim şehrinde bir restoran sahibiyle yapılan bir görüşmede, restoran sahibinin gündelik rutin yürüyüşü sırasında rastgele karşılaştığı Hindistanlı mimarla yaptığı küçük sohbeti sonucunda restoranının iç tasarımını bu mimara yaptırması, kendi deyimiyle kendi evini bir yabancıya emanet etmesi, ev sahibi olma arzusunun gündelik pratiklerden ve rastgele karşılaşmalardan beslendiğini gösterir. Bu örnek aynı zamanda ev kurma pratiğinin homojen ve sabit bir yapıda olmadığının da göstergesidir. İlk olarak Türkiye’den getirilen objelerle ve Türkiye’ye dair fotoğraflarla dekore edilen bir restoran, şehir içindeki heterojen yapıyla karşılaşıldığında diğer kültürlere ait detayları da içinde barındırmaya başlamıştır.

Bu göçmenlerin ev kurma arzusunun ve ev inşasının bir süre içinde biten ve sabit bir durum olmasından ziyade karşılaşmalarla şekillenen değişken bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Şehirdeki karşılaşmalar sadece Alman toplumu ve bir etnik grubun karşılaşması değil, farklı etnik grupların birbiriyle etkileşim ve iletişim hâlinde bulunmasıdır. Bu nedenle göçmen mahalleleri şehrin sahip olduğu bütün farklılıkları da içinde barındırır.

Göçmen mahalleleri ev kadınlarının kamusal alanda görünürlüğünü artırmış ve iş hayatına katılımlarını sağlamıştır. Restoranların gerek mutfak işlerinde gerekse servis bölümünde ev kadınlarının istihdam edildiği görülmektedir. Ev kadınlarının görünürlüğü sadece iş hayatında değildir. Türkiye’de altın günü olarak adlandırılan etkinlik, örnek olarak Mannheim’da her ay düzenli şekilde bir restoranda bir grup ev kadını tarafından yapılmaktadır. Altın yerine 100 avronun kullanıldığı gün etkinliğinde sekiz ev kadını her bir restoranda yer ayırtmaktadır. Gün etkinliğine katılan ev kadınlarından birinin sözleriyle gün etkinliği ev kadınlarına evin dışında sosyalleşme alanı sağlamaktadır. Bu sosyalleşme kadınların sosyal iletişim ağlarını genişletmektedir. Aynı zamanda şehrin daha önce bulunmadıkları semtlerine gezintiler yapmalarını ve yeni yerler keşfetmelerini sağlamaktadır. Çoğunlukla Türk restoranlarında gün etkinliğini düzenlediklerini belirten bir katılımcı son zamanlarda birkaç kere İtalyan ve Hint restoranına gittiklerini belirtmiştir. Kendi deyimiyle bu deneyimler şehirdeki farklı mekânlarda bulunma konusunda kendisini cesaretlendirmiştir. 

Türk restoranlarının ev kadınlarına sosyalleşebilecekleri alan sağlaması gibi camilerin inşa edilmesi de ev kadınlarının kamusal alanda sosyalleşmesine ön ayak olmuştur. Göçmen mahallelerinde camilerin açılması muhafazakâr ev kadınlarının şehirdeki görünürlüklerini artıran önemli bir gelişmedir. Ramazan aylarında cami etrafında dağıtılan iftar yemekleri, bayramlarda hazırlanan ve çevredeki insanların ücretsiz alabileceği yemeklerin hazırlanması ve özellikle kermeslerin cami önlerinde ve açık alanlarda düzenlemesi ev kadınlarının şehir içinde görünürlüklerini artırmaktadır. Örnek olarak, önceleri Köln-Mülheim’daki bir camiye giden ve şehir içindeki ulaşımını eşinin kendi arabasıyla sağladığını söyleyen bir Türkiye kökenli görüşmeci Köln-Ehrenfeld’deki Merkez Camii’nin açılmasıyla camiye gitmek için ilk defa şehirdeki toplu taşıma araçlarını kullandığını belirtmiştir. Gerek dil sorunu gerekse Alman toplumuyla karşılaşmadan çekinme bu görüşmeciyi kendi mahallesine hapsederken yeni bir caminin başka bir semtte açılması görüşmeciyi şehrin ulaşım imkânlarını kullanma konusunda cesaretlendirmiştir.   

Sonuç Yerine

Mikro düzeyde göçmenleri Alman toplumuyla iletişim ve etkileşim hâlinde olmaya hazırlayan göçmen mahalleleri, makro düzeyde şehirlerin ölçeklerini değiştirmektedir. Bugün global şehirler kategorisinde bulunan şehirlerin önemli özelliklerinden biri farklı göçmen gruplarına sahip olmalarıdır. Global şehirlerdeki göçmen mahalleleri sadece turistlere ya da yerel nüfusa kültürel zenginlik sunmamakta, aynı zamanda ülkeler arası ağlar kurarak ticaretin ve doğal olarak şehrin ekonomisinin gelişmesine de ön ayak olmaktadır. Bu noktada göçmen mahalleleri küresel anlamda küçük ve orta ölçekli şehirlerin global şehirlere dönüşmesinde rol oynamaktadır. 

Göçmenlerin şehir içinde belirli semtlere yerleşmeyi tercih etmeleriyle oluşan göçmen mahalleleri paralel toplum kavramının vurguladığı keskin ve homojen bir mekânsal ayrışmadan ziyade etnik, dinsel ve sınıfsal olarak farklı grupların yaşadığı çok unsurlu mekânlardır. Bu mekânlar göçmenlerin Alman toplumuna bir tepkisi olarak kurulmamışlardır. Bir ihtiyaç olarak göçmenlerin kendilerini ait hissettikleri ve toplumla iletişim hâline geçmeden önce kendilerini hazırladıkları ve ev kurma arzusuyla tetiklenen, doğal olarak oluşan mekânlardır.

Göçmen mahallelerinin kurulması tamamlanabilen bir süreç değildir. Gündelik rastgele karşılaşmalarla, yeni açılan bir restoran, kahvehane, spor kulübü ya da bir camiyle sürekli değişen, akışkan ve yeniden üretilen mekânlardır. Göçmen mahalleleri değişken yapısı içinde şehrin çeşitli kesimlerinden olan sakinlerine sosyalleşme alanları sağlamaktadır. Bu mahallelerde gün etkinliklerinin ve kermeslerin düzenlenmesi göçmen gruplarının aynı zamanda ana ülkelerinden kalma gündelik yaşam pratiklerinin ve ritüellerinin hatırlanmasını ve devam ettirilmesini mümkün kılmaktadır. 

Dipnot

[1] https://www.bpb.de/politik/grundfragen/deutsche-verhaeltnisse-eine-sozialkunde/138012/geschichte-der-zuwanderung-nach-deutschland-nach-1950?p=all 

Kaynaklar

Bade, Klaus J. 2013. The encyclopedia of migration and minorities in Europe: from the 17th          century to the present. Cambridge: Cambridge University Press.

Brah, Avtar. 1996. Cartographies of diaspora: contesting identities. London: Routledge.

Hage, Ghassan. 1997. ‘At Home in the Entrails of the West: Multiculturalism, Ethnic Food and Migrant Home-building’, in Home/World: Space, Community and Marginality in       Sydney’s West, edited by H. Grace, G. Hage, L. Johnson, J. Langsworth and M.  Symonds, Sydney: Pluto.

Kraus, Peter A., and Karen Schönwälder. 2006. “Multiculturalism in Germany: Rhetoric,       Scattered Experiments and Future Chances”. Multiculturalism and the Welfare State:  Recognition and Redistribution in Contemporary Democracies. 202-246.

Kaynak: Perspektif/Zeynep Yokmaç