Akif Beki yazdı…
Mavi Marmara gemisi, Gazze’ye insanî yardım götürüyordu. 2010’du. İsrail saldırısında 10 gönüllü öldü.
20 milyon dolar tazminat karşılığında, Mavi Marmara katliamı kapatıldı.
İsrail’le Netanyahu’yu, cezai ve hukuki sorumluluktan kurtarıyor diye tepki aldı. 2016’da anlaşmayı imzalayan Ankara, topa tutuluyordu.
Erdoğan, sert çıktı. İHH’ya, ‘giderken bana mı sordunuz’ yollu çıkıştı.
Zıpçıktı tetikçiler de anlaşmayı eleştirenlerin üstüne yürüdü.
“Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı radikal İslamcı tiplerle artık AK Parti, yolları ayırmalı”ydı.
Anlaşmaya karşı çıkanlar, hedefe oturtuldu.
“İslamcılar cezalandırılsın, AK Parti’den tasfiye edilsin” talepleri, Hindistan’dan dönerken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruldu.
Cevabı şöyleydi:
“Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki…Bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Onların da böyle bir hakları yok, benim de yok. Kaldı ki ebedi alemin ölçüsü hiçbirimizin elinde değil. Kimse bunu teraziye çıkarmasın. Hele hele çok ağır olacak ama uluhiyet (ilahlık) davasına da kimse girmesin…”
Siyasete dinin, uhrevî ölçülerin karıştırılması, Erdoğan’ı rahatsız etmişti.
Allah’tan hâşâ rol çalarak kulları yargılamak, kimin haddineydi!
Ayrıca Siyonizme hizmetle suçlanmanın tadını, Erdoğan’dan âlâ kim bilebilirdi!
Eski liderleri Erbakan; AK Parti’yi, Siyonist emperyalizm tarafından iktidara getirilmekle de suçlamıştı, Siyonizmin kasiyerliğini yapmakla da.
AK Parti lideri, dinin ve Kudüs duyarlılığının, kendilerine karşı siyasete alet edilmesine öfkeliydi.
Siyasi görüş ayrılıklarının din, iman ayrılığı gibi gösterilmesine de Erdoğan’ın tahammülü yoktu.
Erdoğan’ın sözleri, İsrail’le anlaşma karşıtlarına çok kızdığı ve kapıyı gösterdiği şeklinde yorumlandı.
2017’deki tartışmayı, İsrail’le anlaşma yanlıları kazanmış, karşıtlar kaybetmişti.
Fakat bilâhare aynı Erdoğan; partisinden ayrılan Davutoğlu ve Babacan için, “içimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmak isteyen hainler” diyebildi.
Zıpçıktı tetikçilere de gün doğdu. “Kafadan İsrail düşmanı manyak tipler”, bu kez “Mescid-i Aksa’yı yıkmak isteyen içimizdeki Siyonistler” oldu. Saldırmak, imandandı.
Nutuk fedaileri, “artık yeter” diye çok güçlü kınayarak durduramadıkları İsrail zulmünü, siyasete alet edebiliyordu. Lafta sessiz kalmadıkları için. Mangalda kül bırakmamakta üzerlerine düşeni yapmaktan doğan haklarıydı. Onlar kullanırsa istismar sayılmıyordu.
Çünkü slogan mücahitleri kaybederse Mekke kaybeder, ümmet dağılır, Kudüs düşerdi.
Öyleyse… Kudüs’ün düşmemesi için, 14 Mayıs’ta Bay Kemal’den hesap sorma çağrılarına uymaya var mısınız!
BİR CÜMLEYLE MEHMET ŞİMŞEK OLAYI
Nassa dayandırılan faiz deneyinde laf dinlemediği, hava güneşliyken tedbir alıp ekonomide çatıyı onarmak istediği içindi. Bilerek ayağımıza sıkmakla, yabancı yatırımcıyı kasten korkutup kaçırmakla suçlanmıştı.
Ardından teneke çalınarak, yuhalatılarak, haysiyeti ve itibarına saldırılarak ekonomi yönetiminden gönderilip Berat Albayrak’a yer açılalı 5 yıl oldu.
Basra yıkıldıktan, ekonomiyi sel aldıktan sonra çatıyı onarmak, yerli ve yabancı yatırımcıya seçim öncesi güven vermek için şimdi baş tacı ediliyor.
Çünkü epistemolojiden kopuş yerine ana yola dönüş mesajı vermeye ihtiyaç var. Ve tedirgin piyasaları yatıştırmak için de onun adı bile yetiyor. Albayrak’la Nebati’nin aksine.
Mehmet Şimşek’in üstlenmeye zorlandığı rol, kendisine değil ekonomi yönetimine itibar iadesi aslında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’in ağzından bir cümleyle şöyle:
“Uzun yıllar ekonomi yönetimimizde yer alan Mehmet Şimşek kardeşimizin koordinasyonunda bir ekip, ekonomi politikalarımızı güçlendirme doğrultusunda hazırlıklar yapıyor.”