Kalem ile yazmayı unuttuk!
Kalem ve kağıt kullanmanın nörolojik bulguları ortaya çıktı!
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte kağıt ve kalem kullananların sayısı azaldı. Not ve mesajlarımızı dijital ortamlarda hazırlar olduk. Bu durum dil bozukluğuyla birlikte nörolojik olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Ünlü dilbilimci Gülşat Aygen dil bilimi üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu
Sosyal medyanın gelişimi yazılı-sözlü dil ayrımını aşan bir durum yarattı. Öyle ki; kalem ve kağıt kullanımında ciddi azalmalar oluştu. Hatta kalemin sadece örgün eğitimlerde ve nadiren de olsa bazılarımızın anlık not almak için kullandığı bir araç haline geldi.
Harvard Üniversitesi’nin 400 yıllık tarihinde İngiliz dili dersleri veren, anadili İngilizce olmayan ilk ve tek kişi olan Ünlü dilbilimci Prof. Dr. Gülşat Aygen bilgisayar, telefon ve tablet kullanımının yaygın hale gelmesiyle birlikte ortaya çıkan kalem kullanımındaki azalışı ve beraberinde ortaya çıkan nörolojik gelişmeleri haberglobal.com.tr’den Şifa Kaymak’a değerlendirdi.
YAZININ DİJİTALLEŞMESİ ÜZERİNE ELLE YAZMAYI UNUTTUK MU?
Prof. Dr. Gülşat Aygen açıklamasında “Standard dilde yazmayı unutacağımızı sanmıyorum. Ancak sosyal medya diliyle yazarak iletişim kuruyor olabildiğimizi gördükçe standart yazı kurallarının zannedildiği kadar ya da tek işlevsel yazı dili olmadığını giderek anlayarak standart yazı dilini de kalemi kâğıdı da bırakma olasılığı mevcut tabii ki.” ifadelerini kullandı.
Aygen “Kağıt-kalem ile işimiz azaldı. Bilgisayarlar tabletler yaygın hale geldi. Bu durum dilimizi nasıl etkiledi?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
Gerçekten de kağıt ve kalemle işimiz azaldı. Ayni metni tablette de kağıt kalemle mi yazmamızın dilin nitelikleri üzerinde doğrudan bir etkisi saptanmış değil.
Beyinde konuşma ve yazı dili o kadar bağımsızdır ki inme nedeniyle gramatik olarak düzgün konuşamayan biri gramatik olarak düzgün yazı yazabiliyor. Bu bulgu aynı zamanda aslında yazı dilinin teknoloji olduğu bu nedenle beynimizin başka bir bölümünden kontrol edilebildiğini konuşmanın ise dilin ta kendisi olduğunu göstermektedir. Bu nedenle kalemle ya da klavyeyle yazmamız dilin kendisini ya da bizim dille üretmek istediğimiz metnin doğrudan etkilemez, etkileyemez.
Kalem kullanarak yazmakla bir klavyenin tuşlarına basarak yazmak arasında dilsel değil nörolojik farklılıklar var çünkü elle yazmak ya da çizmek birden çok becerinin birleşiminden oluşan karmaşık bir eylem. 2020’de yayınlanan bir çalışmaya göre, klavye kullanarak yazmak yaratıcılık içermeden tekrarlanan, Beynin daha sınırlı bir alanda harekete geçiren bir işlem. Oysa, kalemle yazmak, beynin çok daha fazla alanını harekete geçiriyor. Çocukların yazmayı öğrenmesinin okumayı öğrenmelerinden daha çok zaman almasının nedeni de bu olsa gerek.
SOSYAL MEDYANIN DİLİMİZE ETKİSİ
Aygen sözlerine şöyle devam etti:
Sosyal medyanın gelişimi yazılı – sözlü dil ayrımını aşan bir durum yarattı: Konuşma dili yazı dilinin alanına girdi ve yazı dilinin asi, özgür ve yaratıcı bir türünü yarattı. Yazı alanının kısıtlanması ve iletişim hızının artmasıyla, sosyal medyadaki “yazarak konuşma” grubu, diğer sosyal konuşma gruplarına göre daha yaygın ve daha büyük bir hacimli bir iletişimi gerçekleştirirken, kendi yazı dilini de de bu alanın ihtiyaçlarına göre değiştirdi. Sözcük üretimi ya da mevcut sözcüklerin anlam değişimleri gibi dilin doğal değişim mekanizmalarının yansıra, seslerin yazı diline aktarımında yeni harfler kullanarak, sözlü dilin içerdiği günlük kulanım ve argoyu da içererek resmi yazı dilin kalıplarını kirdi, değiştirdi ve değişmeye devam ediyor.
Enteresan olan yapılan bu değişikliklerin neredeyse tamamının zaten dilin yapısında bulunan, sözlü dilin evrilmesini sağlayan mekanizmalarla yapılıyor olması. Standart yazı dilinde kullanmadığımız harflerin sosyal medyada kullanılır olması şaşırtıcı değildir: Birincisi, fazladan kullanılan kimi harfler de Latin alfabesinin parçasıdır. İkincisi, harf dediğimiz simgeler ve Latin alfabesi dahil olmak üzere tüm yazı sistemleri zaten insanların yarattığı, bir anlamda “uydurduğu” simgelerdir.
Dilbilimsel olarak bakınca, sosyal medya dilinde şu doğal mekanizmaların işlediğini görüyoruz:
Zaten dilimizde ve bütün dillerde kullanılan kullanımda olan sözcüklerin internet ortamında başka anlamlar taşır hale gelmesi: Oturum açmak, Facebook’ ta dürtmek, gibi.
Kısaltmalarla, “akronim” dediğimiz, sözcüklerin ilk harflerinden yeni sözcük türetilmesi. Sosyal medyada bunun bir örneği, direkt mesaj anlamına gelen DM.
Sesli harflerin düşürülmesiyle yaratılan kısaltmalar: Merhaba yerine mrb, selam yerine slm, gibi. Bu da, Türkçe’de değil ama kimi dillerin yazı sistemlerinde kullanılan bir yazma yöntemidir. Bu kısaltmalar tabii ki sözlü dile taşınamayacak bir tekniktir.
Sosyal medyayı gerçekleştiren teknolojiyi yaratanların dilinden bu teknolojiyle birlikte sözcüklerin de ödünç alınması: gugıllamak/Google-lamak fiili gibi. Ödünç almak da dilin doğal mekanizmalarından biridir.
Öyle görünüyor ki sosyal medya dili, yazarak sohbet etmeyi mümkün kılmak için, zaten mevcut olan dil değişim kuralları aracılığıyla, yazarak sohbet etmede/iletişimde serbest bir oyun alanı bulmuş. Sosyal medya dili, Türkçe dediğimiz pek çok lehçe ve ağzı içinde barındıran anadilin kullanıldığı, ama teknolojinin getirdiği sınırlamalar ya da çağın getirdiği zaman kısıtlamaları nedeniyle, hızlı iletişime geçmek için değişik kodlamaları taşıyan ve değişmekte olan bir dildir ve hala Türkçedir. Yani Türkiye’nin sanal dili Türkçe’nin dışında bir şey değildir. Sosyal medya dili, resmi yazı diline sosyal bir isyan olarak analiz edilebilir ama ona bir alternatif değildir çünkü sohbet dilinin yazısıdır, standart dilin değil.
YAZI DİLİ İLE KONUŞMA DİLİ ARASINDA FARK VAR MI?
Aygen “Yazı dili ve sözlü dil, tarihsel bakımdan yapısal olarak ve işlevsel olarak farklı kavramlardır. Yazmak ve konuşmak aynı şeyi yapmanın iki yolu değildir. Konuşma dili doğanın sadece insana bahşettiği özel bir yetidir. Konuşma dili karmaşıktır, çok anlamlılık taşıyabilir, değişkendir, zengindir çünkü canlı bir organizma gibidir. Dil biliminin nesnesi olan dil işte bu konuşulan dildir çünkü konuşulan dili çalışarak, dilin ne olduğunu, bileşenlerinin, tek tek dillerin niteliklerinin yanı sıra evrensel özelliklerin neler olduğunu anlamaya çalışırız. Oysa yazı, insanın yarattığı bir teknolojiden ibarettir. Yazı dili ise, dildeki çeşitliliği bastıran, önce zamanı ve mekânı aşmak, her dönemde ulaşılabilir olmak iddiasıyla ve 18. yy sonrası da milli birlik yaratmak amacıyla standartlaştırılmış ve dondurulmuş bir dildir. Çok yüksek düzeyde eğitilmiş kişiler dahil hiç kimse aslında standart yazı dilini konuşmaz ama standart yazı diliyle yazabilir. Yazı dilinin daha üstün ya da önemli görülmesinin nedeni bu dilin, eğitimin ve resmi iletişimin dili olması ve çoğu ülkede milli kimliğin parçası olması nedeniyle “olmazsa olmaz” bir nitelik ve dokunulmazlık kazanmasıdır. Karşılaştıracak olursak, dili kullanarak şiir ya da diğer edebiyat türlerinde eser vermek için aslında okur yazar olmak şart değildir. Bob Dylan’ın şarkı sözleriyle Nobel edebiyat ödülü kazanması bunun en iyi örneğidir.” dedi
DİL BOZUKLUĞUNUN ABD VE AVRUPA’DA YAYGINLAŞTIĞI İDDİASI
“Toplumsal kullanımda ‘dilin bozulması’ diye bir olgu olmadığını söyleyen Aygen şu açıklamalarda bulundu:
“Öncelikle bu soruyu sorduğunuz için özellikle çok teşekkür ederim, çünkü bu çok yaygın bir yanlış anlamayı içeriyor. “Dil bozukluğu” terimi burada kastedilen anlamı taşımaz, çünkü toplumsal kullanımda “dilin bozulması” diye bir olgu yoktur. Sosyal medya dilinin dili bozması diye bir şey söz konusu değil. Hiçbir kullanım dili bozamaz çünkü dil her zaman kendi kurallarıyla değişir, gelişir, evrilir. Bunu yukarıda söylediğim gibi konuşma grupları dili konuşa konuşa değiştirir. Bu değişim doğaldır ve bir bozukluk değildir. Klinik bir ya da genetik bir bulgudan söz etmiyorsak dil bozukluğu ya da dil kirlenmesi diye bir şey yoktur.”
İkincisi, toplumsal düşünce ve davranışların kültürel ve ideolojik donuşum ya da dayatmaların da etkilediği dilsel ekoloji içinde olup hoşumuza gitmeyen her şeyin sorumluluğunu dile yüklemek, bunu dil bozukluğu olarak tanımlamak yanıltıcıdır.
Bu arada sosyal medya dilini en çok kullanan dönüştüren, kendi jargonunu yaratan genç kuşaklar olduğuna göre, bizim tartışma konumuz, okuma yazmayı yeni öğrenen ve hala resmi dilde eğitim surecinde olan gençlerin, bu iki farklı yazı alanının ayırdında olmasını nasıl sağlayacağımız olmalıdır. Eğitimde dahi sosyal medyanın kullanılmakta olduğu bir donemde bu ayrımın öğretilmesi önem kazanıyor. Türkiye’de de sosyal medya dilini analiz edip standart dile çevirme ödevi gibi nice pedagojik yöntemle bu ayrımın vurguladığı güzel çalışmalar var.
Sosyal medyada kullanılan dil, ne bildiğimiz standart resmi yazı dilidir ne de her gün konuştuğumuz konuşma dilidir. Bu ikisinin örtüştüğü başka bir kullanım alanına özgü, onunla sınırlı bir dildir. Bu anlamda, aslında küresel olan sorunumuz her tür değişimin dilin bozulması ya da kirlenmesi gibi görmektir.
Kısaca, sosyal medya kullanımının kendine özgü alanda yarattığı değişim hiçbir şekilde dil bozukluklarıyla alakalı bir konu değildir. Bu nedenle de “böyle bir küresel sorunumuz yoktur” müjdesini veriyor, teşekkür ediyorum bu yanılgıyı düzeltme fırsatı verdiğiniz için.
Dilin aynı zamanda bireysel ve kültürel kimliği temsil ettiğini unutmayalım. Resmi yazı dilinin aslında sadece resmi dile yakın yakın lehçe ve ağızların kültürel temsiline izin verdiğini hatırlayalım, sosyal medyada kendine alan açmış tüm lehçelerin ağızların temsil ettiği kültürel kimliklerin özgürlüğünü kısıtlamayalım, yargılamayalım.
Kaynak: Haber Global