11.14.2024

Havuz sermayesinin Kulluk Kuvvetleri!

Siz, hiç ölülerinizi sayıyor musunuz? Korkunç sayısının farkında olmak manasında da… Hiç olmazsa ölüsüne saygı duymak manasında da. Çünkü normal bir kamu vicdanı, bu kadarını kaldıramaz

Belki siz bilmiyorsunuz ya da unutmuşsunuzdur ama ağaçlar unutmaz!

Tillo’dan haykırır sular seller gibi, Botan Çayı’ndan sulara karışır, oradan yurdun toprağına, varır Muğla’da Akbelen’e.

Devletşirket ya da Şirketdevlet testeresiyle: yaşlıları boğan, genç kadınların kollarını morartan jandarma gazı, polis copu şiddetiyle devrilmiş olsa da ağaçlar unutmaz:

“Akbelen’den önce Alkumru vardı. Bizi kesmeden önce 9 ceset vardı. Onları da hatırlayın, hatırlayın, hatırlayın!”

Akbelen’i Limakbelen yapmak üzere devletin kulluk kuvvetleri gücüyle saldıran şirketin Siirt, Tillo’da, Botan Çayı üzerindeki barajı, mutena HES’i üç yıl arayla üç aileyi yutmuştu.

2011’de kapaklar açılmış, 39 yaşındaki Fehim Özbay ile üç çocuğu sulara kapılmış, 18’indeki Serdar, 11’indeki İbrahim boğulurken, ancak 13 yaşındaki Kader’in kaderini ölümden hayata taşıyabilen baba da can vermişti.

Sonra 2014 geldi. Akbelen’den tam dokuz sene önce:

Baraj kapakları yine sorumsuzca açıldı. Kaçan kaçabildi, yaralanan ölmediğine şükretti belki ama Parlakdüşer Ailesi baba ve üç kızını, Tente Ailesi iki kardeşi “Havuzcular”a kurban verdi.

Akbelen’de ağaçlar topraksız, susuz kalmadan önceydi.

34 yaşındaki Osman Parlakdüşer ile kızları 10 yaşındaki Semanur, 8 yaşındaki Betül, 6 yaşındaki Şevval ile 36 yaşındaki Fikret Tente ile 27 yaşındaki kardeşi Ahmet sular altında nefessiz kaldı.

Semanur biraz direnmiş miydi bu “arsız ölüm”e, bilmiyoruz, cesedi epey sonra bulundu.

Bir ara bilirkişi ölüleri suçlu buldu, sonra “bazı sorumlular” sorumlu bulundu. “Sorumlu” denenler de üç beş çalışan ile bir iki memur veya işçiydi. Patronlar sorumlu değil, servet sahibi olabilirdi sadece!

Çocuklar ağaçları, yaprakları, çiçekleri, kuşları, gölgeleri sever ya…

Muhtemelen Alkumru’nun Semanur, Betül, Şevval, Serdar, İbrahim’i de Akbelen’in ağaçlarına, köylüsüne, yiğitçe savunanlarına sarılmıştır ruhlarıyla!

Demem o ki, İkizköy sadece Akbelen’in değil, Tillo’nun, Botan’ın, Alkumru’nun da ikizidir; kesilmiş ağaçları, boğulmuş çocuklarıyla.

Bu öyle bir düzen ki, devletin kolluk kuvvetleri, şirket ve siyaset ağalarının “kulluk kuvveti” oluyor; “havuz medyası”na milyonlarca yatıran, bağış yapanlar, çocuklar boğulur, ağaçlar kesilirken, sadece o “Kulluk Kuvvetleri”nin özel güvenlik ve saldırı hizmetini değil, “Kulluk Medyası”nın fedailiği ve korumalığını da “kul”lanıyor!

Aşağıdaki yazıyı, Semanur, babası ve kardeşleri boğulduğunda, 26 Ağustos 2014’te yazmıştım. Okumayabilirsiniz tabii.

“Ölülerinizi sayıyor musunuz” demişim; siz “ağaçlarınızı da” diye ekleyin!

HAVUZ BURAYA, ELLER HAVAYA

Galatasaray ile Fenerbahçe Soma için de oynadı ya…

İkisi ve de Beşiktaş ile Chelsea her gün “ölülerimiz” için maç yapsalar, katliamlara yetişemezler.

Şimdi Fenerbahçe misal, Soma’da ölen 301 madenci için de sahaya çıkarken, yıllarca “Başkan”ın sağ kolu olmuş, geçmişte “cumhuriyetçi paşalar”la, şimdi de “demokrat iktidar”la tam takım olmuş Özhavuz Bey’in barajı da 5 insanı daha yuttu.

“Daha” diyoruz…

Çünkü tam orada, kimi yukarıdan düşen, kimi patlamış göbekten yağan betonun içinde kalıplaşan en az üç işçi daha cansız yatıyor.

Sorun biraz da şu çünkü:

Havuz sermayesini o kadar dolduruyorsunuz ki…

Barajı milletin üzerine taşıyor!

Barajı nizami şekilde 9.15’e kurduğu sanılan, önüne çizgi bile çizilmeyen Limak şirketi iki şey söylüyor:

1. Talimatı devletten aldık.

2. Piknikçiler yasak alana girmişti.

Yani talimat federasyondan; suçlu ise ceza sahasında ofsaytta yakalanan sıradan insanlar!

Havuzun suçu yok.

Barajın suçu yok.

Barajı açarken Başbakan’ın (artık Cumhurbaşkanı) “vatansever” diye kutsadığı Özhavuz Bey’in hiç kusuru yok.

Çünkü vatan, zaten o toprağın altında yatandır!

Oraya da yılda en az bin işçi atıyor irili ufaklı sermaye ile hamisi devlet!

Bu baraj ve HES hevesinde sadece doğa, tarih, tarımsal araziler, köylülerin yaşam alanları değil; bizatihi insan hayatı “sırasız, sayısız” biçimde alınıp işte o toprağın altına gömülüyor.

Alanya’da baraj inşaatında çalışan işçileri taşıyan servis aracının götürdüğü 8 candan…

Giresun’da HES inşaatında birlikte ölen 4 işçiye, bir yılda HES şantiyelerinde can veren 25 insana…

HES göletindeki elektrik arızasını tamir için, bilirkişi deyişiyle “imkansıza doğru” buz üzerinde deniz bisikletiyle ölüme yollanan 5 elektrik işçisine kadar.

Devlet ve sermayenin havuz iştahı, “büyüyen Türkiye”de “yürüyen kervan” hırsı, elbet “hizmet aşkı ve vatanseverlik” sınır tanımıyor: 

Misal, Pamukova’da hızlı treni hızsız raylarda koşturuyor; 41 ölü.

Ama devrin bakanı da müdürü de bilmem kaçıncı zafer yıllarında.

Misal, teftiş olacak diye Afyon’da cephaneliğe zorla tıkılıp bir anda paramparça olan çoğu acemi 25 askerin DNA’ları topraktan kazınıyor ki, aileler hiç olmazsa bir cenaze kaldırabilsin.

Misal, IŞİD mişid dahil, serbest örgüt bölgesine dönmüş Devlet Üretme Çiftliği’nde 3-5 TL yevmiyeyle taşerona emanet edilen Ceylanpınarlı ceylan gözlü 10-12 yaşında kızlar, üç hamile kadın, 10’u bir arada kamyondan suya gömülüyor.

Ama herkesin keyfi yerinde!

Misal, havasız arıtma tesisine sokulan 7 işçi;

Gözde tersanelerden birinde filikayı prova izin içine doldurulup denize atılan 3 işçi;

Askeri tersanede sulara gömülen 10 asker;

Madenlere gömülen yüzlerce işçi, inşaatlardan ölüme dökülen yüzlerce işçi;

Kur’an kursundan alınıp denize boşaltılan 6 öğrenci…

Pekiyi siz, hiç ölülerinizi sayıyor musunuz?

Korkunç sayısının farkında olmak manasında da…

Hiç olmazsa ölüsüne saygı duymak manasında da.

Çünkü normal bir kamu vicdanı, bu kadarını kaldıramaz.

Çünkü bu kadar çok, sık ve sıradanlaştırılmış ölümün, çocuğunuz başına gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz?

Çünkü merhamet ve adalet laflarını ağızlarından düşürmeyenlerin, böyle merhametsiz bir düzende böyle adaletsiz bir sisteme abanmalarını vicdan da hukuk da kaldıramaz.

Çünkü sadece merhametsizlik ve adaletsizlikle kalmayıp…

Cephaneliğin suçunu paramparça askerlere…

Deniz bisikletiyle buzda ölümün suçunu ölü işçilere…

AVM şantiyesinde kül olmanın suçunu naylon çadırda eriyenlere…

Köylülerin bombalanmasının suçunu o çocuklara ve katırlara…

Baraj katliamının suçunu da insanca tek mutluluğu piknik olan mazlumlara yüklemek için de örgütlenmiş, arsızlaşmış, yüzsüzleşmiş, zalimleşmiş bir sistem bu. 

Kendi evlatları için, kendi hayatları için el ele nizami baraj kuramayan milyonlarca sıvasız hanenin üzerine sularını, bombalarını, alevlerini, havuzunu, kutusunu, kasasını, küstahlığını, lağımını, kusmuğunu boşaltan bir şey işte!

Not: Ağacı koruyanlara merhametsizce saldırtılıp saldırıp yorulunca henüz ayakta kalmış bir ağacın gölgesine çöken üniformalı “sıvasız hane çocukları” da o gölgede bir düşünebilse keşke!