Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’le ilgili son çıkışının son derece talihsiz ve yersiz olduğunu belirtmek gerek. Aklı başında her Türk vatandaşı, Türkiye’nin İsrail’e karşı askeri bir müdahalede bulunamayacağını bilir. Türkiye’nin böyle bir gücü olsaydı, İsrail 2010 yılında Mavi Marmara gemisine baskın yapıp 10 Türk vatandaşını öldürdüğünde bir misillemede bulunurdu. Biliyorsunuz, araya dönemin ABD başkanı Obama’nın girmesi ve İsrail’in üstünkörü bir şekilde özür dilemesiyle olay kapandı.
Cumhurbaşkanımızın çıkışı elbette ki iç kamuoyuna yönelikti ve hayat pahalılığından bunalan halkın dikkatini dağıtarak hükümetin üzerindeki baskıyı hafifletme amacı güdüyordu. Ama Batı medyasında “Erdoğan, İsrail’i tehdit ediyor” başlıklarının atılmasına yol açtı.
Erdoğan’ın sözleri, ABD’de bulunan ve yoğun bir lobi çalışması yürüten Netanyahu’nun İsrail’in tehdit altında olduğuna dair tezini güçlendirdiği gibi Türkiye’yi de İran gibi atıp tutan, boyundan büyük laflar eden bir ülke konumuna indirgedi.
Bilmemiz gereken şu: Türkiye son yıllarda savunma sanayiinde büyük bir atılım gerçekleştirse de Batı, özellikle de ABD ile kapışabilecek bir kapasitede değil. Kırılgan bir ekonomik yapımız var, hâlâ Batı’nın sermayesine ve teknolojisine ihtiyaç duyuyoruz. Bırakın savaşı, Batı’nın uygulayacağı İran benzeri bir ambargo bile bizi ekonomik olarak çok zora sokabilir. O yüzden iyice güçlenene kadar Batı ile direkt olarak karşı karşıya gelmekten özenle kaçınmalıyız.
Bakın, üretimden ticarete, teknolojiden bilime her alanda Batı’yı zorlayan Çin bile bunca imkânlarına rağmen kendi toprağı saydığı Tayvan konusunda ABD ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınıyor. Onun yerine usta bir satranç oyuncusu gibi yapacağı hamle için en uygun zamanı kolluyor. Bizim de aynısını yapmamız lazım.
Konumuza dönersek, uluslararası kamuoyunun yoğun tepkisine ve dünya çapında yüzlerce kentte düzenlenen gösterilere rağmen, Batı hâlâ İsrail’in Gazze’de 10 aydır sürdürdüğü katliama arka çıkıyorsa, yapılması gereken bellidir: İslam dünyası olarak somut eyleme geçmek, Rusya, Çin, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkeleri de desteğe çağırmak.
İslam dünyasının belli başlı ülkeleri, mesela Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Ürdün, Pakistan ve Endonezya gibi ülkeler, İsrail Gazze’den çekilip BM tarafından belirlenen sınırlar içerisinde Filistin Devleti (sözde değil özde) kurulana kadar ABD ile her türlü iş birliğini askıya alırsa, kısa sürede sonuç almak mümkün olacaktır. Esas sorun, yukarıda ismi zikredilen ülkeleri toplu eyleme ikna edebilmektir.
Bir an için, Körfez Arap ülkelerinin Batı’ya petrol ambargosu uyguladığını, Türkiye, Ürdün, Pakistan ve Mısır’ın ABD ile askeri iş birliğini askıya aldığını, Katar ve Suudi Arabistan’daki Amerikan askeri üslerinin kapandığını düşünün. Böyle bir durumda Washington’un etekleri tutuşmaya başlar, İsrail’i yola getirmek için gerekeni yapmakta tereddüt etmezdi.
Zira İsrail ABD için ne kadar değerli olsa da Washington, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, BAE gibi Amerikan ekonomisi için hayati önem taşıyan enerji zengini ülkeleri kaybetmeyi göze alamaz. Aynı şekilde Afrika’da bir köşe başını tutan Mısır ile Asya ile Avrupa arasında köprü konumunda olan Türkiye de gerek stratejik konumları gerekse kendi bölgelerindeki ağırlıkları açısından, ABD’nin kolayca vazgeçebileceği ülkeler değil.
Türkiye gereksiz ve anlamsız çıkışlar yaparak kendisini güç duruma düşürmek yerine, İslam ülkeleriyle güç birliği yaparak hem Batı’yı hem İsrail’i sıkıştırmaya çalışmalıdır. Tarihte ilk defa İslam dünyası Batı karşısında bir bütün olarak hareket edebilirse, dünyadaki güç dengelerini bile değiştirebilir. Ayrıca böyle bir girişim, İslam dünyasının bin yıl boyunca dünyaya önderlik ettiği o eski gücüne ve kaybolan ihtişamına yeniden kavuşmasının yolunu da açabilir.
Öyleyse, bağırıp çağırmak, boş tehditler savurmak yerine somut eylemler ortaya koymalıyız.