10.16.2024

İsrail ve ikincil zararlar, ABD ve kendine hakim olma

ABD, siyasi pervasızlığı nedeniyle bölgede kalan güvenilirliğini de kaybetti.

İkincil zararlar ve kendine hakim olma, gerginlik ve çatışma durumlarında, uygulamaları ve kayıpları haklı çıkarmak, zararlara ve tehlikelere son vermek, anlaşmazlıkların daha sonra barışçıl ve diplomatik yollarla çözülmesinin kapısını açmak amacıyla ordu komutanları ve siyasi yetkililer arasında sıklıkla kullanılan iki tabirdir.

Ancak Ortadoğu’da yaşananlar, İsrail ve ABD’nin son bir yıldaki eylem ve pozisyonları bu ifadelerin içini tamamen boşalttı.

Savaşın tüm kural ve yasalarını çiğnemenin, diplomatik siyasi eylem için mantıksal hazırlığı engellemenin kapısını ardına kadar açtı. Devletlerin egemenlik ve sınırlarına saygı ilkesini tamamen ihlal etti.

İsrail’in, sınırlarının ötesinde ve diğer ülkelerin egemenliklerine saygı göstermeden siyasetçilere suikast düzenleme ve sivilleri, özellikle de Filistinlileri ve Arapları öldürme konusunda parlak ve benzersiz bir geçmişi var.

Bu makalenin satırları pek çok vakayı listelemeye ya da çirkinliklerini anlatmaya yetmeyecektir.

Tüm bu eylemlerin ortak noktası İsrail’in, hedefin bir terörist olduğunu ve ona yönelik suikastın siviller arasında yol açtığı can kayıplarının ikincil zararlar olduğunu söyleyerek kayıpları gerekçelendirmesidir.

1982’de Lübnan’daki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında, binlerce Filistinli sivilin öldürülmesi ve geçen yıl ve içinde bulunduğumuz 2024 yılı boyunca Gazze’de 40 binden fazla Filistinlinin öldürülmesi için de aynı gerekçeyi kullandı.

Kendine hakim olma ve itidal çağrısı tabirini en çok kullanan ülkeninse ABD olduğuna inanıyorum.  

Her ne kadar abartmamaya ya da komplo teorileri üretmekte acele etmemeye her zaman dikkat etsem de, artık ABD’nin bu ifadeyi kullanmasının amacının işlerin çığırından çıkmasını ve büyük kayıpların yaşanmasını engellemek değil, İsrail’i koruma, Filistinlilere ve aynı zamanda Ortadoğu’nun her arenasındaki komşularına yönelik ihlallerini uygulaması için ona daha fazla zaman ve fırsat kazandırma çağrısı ve mekanizması olduğu kanaatine vardım.

Nitekim Şam’daki İran konsolosluğunun bombalanması, başkent Tahran’da İsmail Heniyye’nin öldürülmesi gibi, her İsrail operasyonundan sonra kendine hakim olma ve itidal çağrısı yapmak için İsviçre’nin yanı sıra bölgesel taraflar aracılığıyla İran ile yoğun temaslarda bulunduğunu hatırlayalım.

Bahsettiğim şeyi en çok doğrulayan ve ABD’nin saçma ve inandırıcılığını kaybetmiş tutumunda beni gerçekten şaşırtan husus, ABD’nin, saldırıyı başlatan İsrail tarafına çağrıda bulunmaktan ve baskı yapmaktan ziyade, İsrail’in saldırdığı taraflara itidal çağrısı yapma konusunda daha istekli ve aktif olmasıdır.

Öyle ki ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken geçtiğimiz günlerde önceki ziyaretlerinden farklı olarak İsrail’e uğramadan bölgeyi ziyaret etti. Blinken’ın İsrail’in yardım araçlarını hedef almasını kabul ettiği söylendi. Bunu ABD Savunma Bakanı’nın İsrail ziyaretini iptal etmesi veya ertelemesi izledi.


Bütün bunlar, ABD’nin ya İsrail’e ve askeri operasyonlarına tamamen serbestlik tanıdığı ya da İsrail’in uyarılarına aldırış etmeyeceğini düşündüğü anlamına geliyor.

Bu ise, İsrail operasyonlarına onun da dahil olduğu anlamına geliyor, çünkü ABD İsrail’i silahlandırmaya, mühimmat temin etmeye, uydularından istihbarat bilgisi sağlamaya son verdiği anda, İsrail’in bu cephelerin hepsini aynı anda açması mümkün değil.

Öte yandan kendine hakim olmanın ve itidalin en iyi yolu öncelikle aynı eylemi tekrarlamamaktır.

Yani İsrail’in saldırılarını durdurmasını sağlamak, şiddet ve karşı şiddet zincirini temelli kırmak, olayların tekrarlanmaması için çatışmaların çözümüne yönelik ciddi diplomatik çalışmalar yapmaya başlamaktır.

Şu anda gözlemlediğimiz durumun yansımalarının ciddiyeti nedeniyle ikincil zararlar konusunun defalarca göz ardı edildiğini özellikle belirttim.

Bu konu ciddi çünkü saldırgandan hesap sorulmaması veya cezalandırılmaması durumunda, sivilleri hedef almak veya sivil kayıpları tamamen göz ardı etmek yinelenen ve üstü kapalı olarak kabul edilebilir bir uygulama haline gelecektir.

Daha sonra bu uygulama artan oranlarda tekrarlanacak ve tüm taraflar buna başvuracaktır. Bu ise tüm sivilleri hedef ve sivil alanları da bir savaş ve yıkım alanı haline getirecektir.

Ayrıca yönünü kaybetmesinden ve manevra ile aldatma amacıyla kullanılmasının ardından kendine hakim olma ve itidal çağrısının inandırıcılığını kaybedeceği konusunda da uyarmıştım.

Bu, güvenlik ve barışın sağlanması için önemli diplomatik çabaların devam etmesini ve başarılı olmasını sağlamaktaki önemine rağmen, çatışmanın tarafı olmayan birçok bölgesel tarafın ciddi diplomatik çabalarını sınırlamasına, kendisine gerçek siyasi yükler yüklemeden, bazı resmi icraatlar  ile yetinmesine neden olacaktır.

Kendimi her zaman Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları uyarınca ve İsrail’in Arap topraklarına yönelik işgaline son verilmesi, bir Filistin devletinin kurulması ve İsrail dahil tüm bölge ülkeleri için güvenlik ve barışın sağlanması temelinde kapsamlı Arap-İsrail barışının destekçileri arasında sayıyorum.

Gerekmedikçe askeri eylem yerine siyasi ve diplomatik eylemi tercih ediyorum, militarizasyon ve şiddet tehlikelerini azaltacak bölgesel düzenlemelerin geliştirilmesini destekliyorum.