İsrail değişti ve ABD, İsrail’e verdiği mutlak desteğin yeniden gözden geçirilmesini gerektiren yapısal değişikliklere tanık oluyor.
Şarku’l Avsat‘tan meslektaşım Tarık Alhomayed’in İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Al-Arabiya.net İngilizce sayfası ile yaptığı röportajda söyledikleri hakkındaki yorumu dikkat çekiciydi.
Bahsi geçen röportajda Netanyahu, Washington’a bile bilgi vermeden “İran’ın nükleer silah edinmesini önlemek için ne gerekiyorsa yapılacağını” söylemiş ve “Onlara ne yapacağımızı söylersek, ‘Biz buna karşıyız’ diyecekler ve bu durumda, onlarla doğrudan bir çekişme olacak” diye eklemişti.
Netanyahu’nun Al-Arabiya’ya yaptığı açıklama, çarşamba akşamı dindar ve aşırı sağcı partilerden ortaklarıyla hükümeti kurduğunu duyurmasının ardından, Washington ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin geleceği için beklenenin en doğru ifadesi.
Netanyahu çoğunluğa sahip olmasına rağmen, koalisyonunun zaferi zayıftı, dolayısıyla bu zafer dindar ve aşırı milliyetçi partilere taviz vermesi için kendisine verilmiş geniş bir yetki olarak görülemez.
Özellikle de yurtiçinde İsrailli, yurt dışında ve bilhassa Amerikalı Yahudi seslerin, demokratik bir Yahudi devleti modelinin ve hatta İsrail’in geleceğinin tehlikeye gireceğinden duydukları korkuyu benzeri görülmemiş bir açıklıkla dile getirdikleri göz önüne alındığında.
Bu sesler aynı açıklıkla Amerikan yönetimine dünyadaki diğer ülkelere yaptığı gibi İsrail’de de eşitlik haklarının ve hukukun üstünlüğünün yönettiği bir toplumu desteklemek için elinden gelen her şeyi yapma çağrısı yaptı.
Çünkü onlara göre yeni hükümet, Batı Şeria’da bir Filistin devleti kurmayı imkansız hale getirecek. Yeni bir Arap-İsrail şiddetine yol açabilecek bir provokasyonla Kudüs Haremi Şerifi’nde mevcut statükoyu değiştirecek.
Aynı zamanda İsrail Yüksek Mahkemesi’nin otoritesini Knesset lehine baltalamaya çalışacak, Netanyahu’nun 15 yıl başkanlığını yaptığı hükümetler döneminde dahi ılımlıların baskın olmaya devam ettiği İsrail’in 75 yıllık tarihinde diğer hükümetlerin tanımadığı pek çok şey yapacak.
Bugün acilen yapılması gereken, bu hükümetin ABD ile ilişkilerinin kötüleşmesine yol açacak neler yapabileceğini tahmin etmektir. Ilımlı Arap ülkelerinin meslektaşım Alhomayed’in “Başkent Riyad’da başlaması gereken Suudi Arabistan-ABD stratejik diyalogu” olarak tanımladığı şey aracılığıyla Washington ile stratejik ilişkilerini sıfırlamak için bu tarihi fırsattan nasıl yararlanacaklarını düşünmeye yönelmeleridir.
Meslektaşımızın yine yazısında belirttiği gibi, Washington’un yankı uyandıran açıklamalarına karşılık vermek yerine ılımlı Arap ülkeleriyle birlikte bir Körfez-Amerikan-Arap stratejik diyalogu başlatmak, riskleri ve çıkarları değerlendirmek ve karşılıklı taahhütleri yenilemek için gerçek diplomasiye yönelmek gerekmektedir.
Washington, İsrail’in tanık olduğu şeye yönelik yanıtını, daha hükümetin kurulduğu açıklanmadan önce gösterdiği iki tutumla verdi.
İlki, isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Amerikalı yetkilinin şu kanaatiydi; bazı Arap ülkeleriyle yapılan İbrahim Anlaşmaları “Başbakan Netanyahu için değerli, dolayısıyla bu alanda ilerleme görmek istediğini tahmin ediyorum. İsrail, atacağı adımların anlaşmaları imzalayan ülkeler için bu ortaklığa katılımı ve kendisini ilerletmeyi kolaylaştıracağını hesaba katmalı. Bunun yeni ülkeleri de bu sürece dahil edeceğini ise söylemeye bile gerek yok”.
İkincisi, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın 4 Aralık’ta Yahudi-Amerikan grubu “J Street”te yaptığı konuşmaydı.
Blinken konuşmasında, ABD yönetimine yapılan aşırı sağcı “Otzma Yehudit” Partisi’nin lideri Itamar Ben Gvir ile iletişim kurmaması çağrısına yanıt olarak, Washington’un kişilerle değil politikalarla ilgilendiğini duyurdu.
Sözlerinin, İsrail’in giderek sağa sapan politikasına karşı daha sert bir duruş bekleyen dinleyicileri tatmin etmediği, Blinken’ın onlarla herhangi bir anlaşmazlıktan kaçınmak için tüm seçenekleri açık bıraktığı dikkatleri çekti.
ABD’nin dış ve iç politikasında İsrail’in güvenliğine olan bağlılık tartışılmaz bir ilkedir ve Blinken da, Washington’un İsrail ile ilişkilerinde “son 70 yılda oluşturduğumuz ortak normlara” bağlı kalacağını söyleyerek bunu vurguladı.
Bu normlardan belki de en önemlisi, iki ülkenin, aralarında fikir ayrılıkları çıksa bile yakın ilişkilerini sürdürmelerini sağlayan ortak değerlerlere (özgürlük, demokrasi ve medeni hakların korunmasına) bağlılıklarıdır.
Gelgelelim yeni hükümetin kompozisyonu, içerdiği 5 partinin üst düzey liderleri arasında dördü yolsuzluk veya ırkçılığa tahrik suçlamasıyla tutuklanmış, mahkum edilmiş veya hapsedilmiş olduğunda, bu “ortak değerleri” baltalıyor.
Ayrıca bu liderlerin insan hakları ve Filistin meselesine ilişkin tavırları da özellikle bu noktaya gölge düşürüyor.
ABD içinde savaşları ve “İsrail’in kendini savunma hakkı” söylemini reddeden bir kuşaktan gelen bir hareket var.
İlericiler ve solcu Yahudi örgütleri İsrail’i eleştiriyor ve açıkça Washington’un İsrail’i çok fazla desteklediğini söylüyorlar.
Filistin-İsrail müzakerelerinin ölümü ve iki devletin kurulması için neredeyse hiç şansın olmaması, Yahudi yerleşim yerlerinin İsrail’e katılmaları veya yasadışı yerleşimlerin ve odakların yasallaştırılması olasılığıyla birlikte, İbrahim Anlaşmalarının barışın alternatifi olmayacağı artık kesinleşti.
Hatta belki de genişlemesini zorlaştıran bir gerilemeye maruz kalması, durum daha da karmaşıklaşacak ve Washington ile Tel Aviv arasındaki ayrışmayı şiddetlendirecek.
Ukrayna savaşı ve “ortak değerlerin” İsrail’in dahil olmasını gerektirdiği kamp konusunda da ikili ilişkilerde çatlaklar öne çıkıyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşında Ukrayna’ya yardım eden uluslararası koalisyona liderlik eden ABD yönetimi ile birlikte olması gerekirken İsrail Moskova ile ilişkilerini korumak için tarafsız duruyor.
Yeni bir nükleer anlaşmaya ilişkin ABD-İran müzakerelerinin ölümü ise, yeni hükümetin izleyeceği yolları tehlikeli hale getirebilir.
Bölge genelinde güvenlik için bir tehdit oluşturabilir ve Washington’un reddettiği kaos risklerini artırabilir.
Yukarıdakilerin tümünü, ABD’deki en önemli Yahudi liderlerden biri olan İftira ve İnkârla Mücadele Birliği’nin (Anti-Defamation League / ADL) eski Direktörü Abraham Foxman Jerusalem Post’a verdiği röportajda şöyle özetledi:
İsrail açık demokrasi olmaktan çıkarsa, onu destekleyemem.
Foxman “İsrail köktendinci bir din devleti, teokratik bir ulus-devlet olursa, dünyadaki Yahudilerin yüzde 70’inden izole olacak” diye de ekledi.