04.27.2024

Batı haberciliğinin gözünden Gazze: Sömürgeci gazeteciliğin klasik bir örneği

İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalar acı bir gerçeği ortaya koydu: Batı medyası tarafsız değil. 7 Ekim’den bu yana çıkan cılız muhalif ses, günden güne arttı ve bugünlerde daha yüksek sesle eleştiriliyorlar. Peki, bu nasıl böyle oldu? Ardında ne var?

İsrail ile Hamas arasında çatışmalar 7 Ekim’den bu yana devam ediyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı orantısız şiddeti ve uzun süredir devam eden kuşatmayı meşrulaştırmaya çalışan ve Filistin tarafının anlatısına yeterince yer vermeyen Batılı gazeteciler ve medya kuruluşları dünyanın geri kalanında tepki toplamaya başladı. Bazı gazetecilere göre Batı medyası tarafsızlıktan uzak habercilik yaparak ve özellikle çatışmalar hususunda ağırlıklı olarak İsrail’in anlatılarına yer vererek Gazze’de meydana gelen olayları oldukça yanlı aktarıyor.

Araştırmacı gazeteci Vidya Krishnan, Al Jazeera için kaleme aldığı yazısında Batılı gazetecilerin ve medya kuruluşlarının İsrail-Filistin çatışmaları karşısında gösterdikleri tutumu sert bir dille eleştiriyor.

Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:

“İsrail’in işgali sırasında Gazze’den gelen yürek burkan görüntü ve hikâyeleri anlayabilmek için Batı medyasını takip ediyorsanız, hayal kırıklığına uğramanız kaçınılmaz.

İsrail’in kuşatma altındaki Filistin bölgesine yönelik tarihteki en hızlı etnik temizlik çabalarından biri olduğu kanıtlanan son saldırısının başlangıcından bu yana Batılı haber kuruluşları, İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerini meşrulaştırmak ve İsrail’i soruşturmalardan korumak için defalarca asılsız iddialar yayınladı, olayların yalnızca bir yönünü anlattı ve İsrail’in uyguladığı şiddeti görmezden geldi.

Bunu yaparken de Batılı gazeteciler İsrail’in Filistinlilere yönelik tutumuna ilişkin haberlerinde en temel standartları hiçe saydılar. Bunların hiçbiri yeni değil. Batılı gazeteciliğin yanlış tutumu 75 yılı aşkın bir süredir İsrail’in işgalini ve Filistinlilere yönelik şiddetini meşrulaştırmasına yardımcı oldu.

6 Filistinli çocuğun ölümü

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıdan bir yıldan fazla bir süre önce, 6 Ağustos 2022’de The New York Times, iyi gazetecilik anlayışından son derece korkunç bir şekilde koparak, “İsrail-Gazze çatışmaları”nın “alevlenmesine” ilişkin haberinde altı Filistinli çocuğun ölümüne yer verdi.

Haberde gazeteciler, Gazze’deki Cebaliye mülteci kampında İsrail saldırıları sonucu ölenler arasında altı çocuğun bulunduğunu belirtmek için ikinci paragrafa kadar bekledi ve cümleye bile ara vermeden ”İsrail, bazı sivil ölümlerin militanların yerleşim alanlarına silah depolamasından kaynaklandığını söyledi” ve “en az bir vakada, yanlış ateşlenen bir Filistin roketi Gazze’nin kuzeyinde aralarında çocukların da bulunduğu sivilleri öldürdü” ifadelerini ekledi.

Gazetecilik okullarında bu “soluksuz” habercilik[1] olarak tanımlanır. Bunun da yanlış bir haber olduğu ortaya çıktı. On gün sonra İsrail ordusu nihayet Cebaliye’deki çocukların ölümüne neden olan saldırıların arkasında olduğunu kabul etti.

New York Times bu kısmı “soluksuz” habercilik ile vermedi.

Batı gazeteciliği ve sömürgecilik

Bunu profesyonelliğe aykırı olarak nitelendirebilirim. Batı medyasında bu çatışmaya ilişkin haberlerin gerçeklerin titiz bir şekilde araştırılmasından ziyade ideoloji tarafından şekillendirildiği açık olduğundan bu doğru olacaktır. Ancak böyle bir değerlendirme, Batı gazeteciliğindeki daha derin ve köklü bir sorunu görmezden gelecektir: sömürgecilik.

Çatışma haberciliği, dünyanın en büyük haber merkezlerinin en aşırı sömürgeleştirilmiş köşelerinden biri. Irksal çeşitliliğe sahip haber merkezlerinde bile çatışmalarla ilgili haber yapmak karmaşık bir süreç olabilir. Ancak çatışma haberlerinin doğruluğuyla gurur duyan haber merkezlerinde editoryal filtrelerden geçtiği görülen korkunç hataların hesaba katılması gerekiyor. Ayrıca bu tutarlı hatalarla Batılı gazetecilerin Filistin’deki çatışmayı sadece haberleştirmek yerine “arabuluculuk” yaptıklarının da unutulmaması gerekiyor.

Bunun ne olduğunu söylemezsem kendimi eksik ifade etmiş olurum: Bu durum, sömürgeci gazeteciliğinin ders kitabı niteliğinde bir örneği. Bu gazetecilik, emperyal fetihleriyle gurur duyan ve yüzyıllar süren yağmacı zenginlik, bilgi ve ayrıcalık birikimiyle beslenen yüksek bir benlik duygusuna sahip sömürgeci ülkelerin mensupları tarafından yapılıyor. Bu gazeteciler, ülkelerinin tarih boyunca özellikle ahlaksız ve güçlü düşmanlarla savaşıp onları yendiğine, kötülüğü durdurduğuna, medeniyeti koruduğuna ve günü kurtardığına ikna olmuş görünüyorlar. Bu, Batı’da ve dolayısıyla Batı gazeteciliğinde de hakim olan anlatı.

Bununla birlikte, hakim anlatı genellikle olayların gerçek yüzü değildir, sadece galiplerin anlatısıdır.

Doğru sıra – ilgili bağlam

Bugün de Batı medyası, sömürgecilik sonrası ülkelerdeki çatışmalar, krizler ve insani acılarla ilgili haberlerinde daha önce sayısız kez yaptığı gibi, Gazze’de bir kez daha galiplerin anlatısını sunuyor.

Batı gazeteciliği, özünde galiplerin gazeteciliğidir. Hakikati dile getirmek ve tarihin “galiplerinin” süregelen aşırılıklarını, saldırganlıklarını ve şiddetlerini ifşa etmek için asla olayları çözümlemeye, doğru sıraya koymaya veya ilgili bağlamı dahil etmeye çalışmaz.

Filistin söz konusu olduğunda ise, işgal altında yaşamanın nasıl bir his olduğunu asla bilemeyecek insanlar tarafından işgal hakkında gazetecilik yapılıyor. Ahlaki bir pusula ya da temel bir dürüstlük duygusu olmaksızın yapılan sapkın bir habercilik.

Histerik kitleler

Sömürgecinin gazeteciliğinde dil, sömürgeleştirilenin insanlığını silmek için kullanılan bir silahtır.

Filozof Frantz Fanon, sömürgeleştirmenin karşıdaki toplumları insanlık dışı gösteren etkilerini analiz ettiği The Wretched of the Earth (Yeryüzünün Lanetlileri) adlı kitabında, Cezayir’in (Fransa’nın emperyal fethi sırasında) çektiği acıların medya haberlerinde “hiç kimseye ait değilmiş gibi görünen çocuklar” ile “histerik kitleler” hakkında “hayati istatistik orduları” olarak tasvir edildiğini yazmıştı. Kitap 1961’de yazılmıştı, ancak çıkarımları bugün Filistinlilerin çektiği acıların Batı medyasında ele alınış biçimine mükemmel bir şekilde uyuyor.

Dilin bu insanlık dışı gösteren biçimde kullanımı en çok ölümlerin sayımında görünür oldu. Kasım ayı başında The Times of London, “İsrailliler, Hamas’ın 1.400 kişiyi öldürüp 240 kişiyi kaçırarak 10.300 Filistinlinin öldüğü söylenen bir savaşı başlatmasının üzerinden bir ay geçti” diye yazdı. Batı basınında İsrailliler aktif bir şekilde ölürken – Hamas onları “öldürüyor” ya da “katlediyor” – Filistinliler pasif bir şekilde ölüyor. Guardian’ın bir zamanlar ifade ettiği gibi “temiz su tükendikçe susuzluktan ölüyorlar”, sanki bu insanlığa karşı kasıtlı bir suç değil de Tanrı’nın rastgele bir eylemiymiş gibi.

Biz ve onlar

Batı’nın propaganda makinesine göre İsrail, İsraillileri güvende tutmak için Gazze’yi, Batı Şeria’yı, Doğu Kudüs’ü, İran’ı, Lübnan’ı, Yemen’i ve bölgedeki diğer tüm ülkeleri yok etme hakkına sahip. Hamas’ı hedef alırken neredeyse tüm Müslümanları, ateşkes isteyen Yahudileri, BM çalışanlarını ve Sınır Tanımayan Doktorlar (Medecins Sans Frontieres, MSF) bünyesindeki doktorları, gazetecileri, ambulans şoförlerini ve hatta bebekleri öldürebilir.

Yine de çok az haber kuruluşu, kendini güvende hissetmesinin tek yolu milyonlarca insanın üzerine ölüm ve sefalet yağdırmak olan İsrail ve dünya için bunun ne anlama geldiğini tartışıyor. Hiçbiri -çünkü artık bir “biz” ve “onlar” var, sömürülenler ve sömürgecilerden oluşan bölünmüş bir dünya var- binlerce masum çocuğun hayatı pahasına kazanılan bir zaferin zaten zafer olarak kabul edilip edilemeyeceğini anlamlı bir şekilde sorgulamadı.

Batılı gazeteciler bu kurnaz savaş propagandasıyla karşı karşıya olduğumuz gerçeği, yani dünyanın en güçlü ordusu tarafından desteklenen İsrail’in, işgali altında yaşayan vatansız bir halka savaş açtığı ve binlerce masum erkek, kadın ve çocuğu katlettiği gerçeğini gizliyor. Batılı hükümetlerin dünyaya üstün değerleri, ahlakları ve demokrasi sevgileri hakkında ders verirken bu katliama olanak sağladıkları gerçeği. Sömürge sonrası dünyada yaşayan herkes bilir ki, onların ahlak, demokrasi sevgisi, fevkalade gazetecilik ve namuslu politikacılardan bahsetmeleri tamamen bir aldatmacadan ibaret.

“Muhtemel soykırım” suçlaması

Savaşın şiddetlendiği, çocukların açlıktan öldüğü ve İsrail’in “muhtemel soykırım” suçlamasıyla yargılandığı şu son zamanlarda, Batılı gazetecilerin elindeki kana işaret etmek hayati önem taşıyor. Güçlü hükümetleriyle mükemmel bir koordinasyon içinde, Birleşmiş Milletler gibi çok taraflı kurumları kötülediler ve güçsüzleştirdiler, İsrail’in “meşru müdafaa” anlatılarına itibar kazandırdılar ve Filistinlilerin hikâyelerini ve bakış açılarını önemsiz hale getirdiler.

“Denge” ve iyi gazetecilik adına kendilerine platform verilen az sayıdaki Filistinlinin, İsrail’in onlarca yıldır uyguladığı baskı, işgal ve kötü muameleyi tartışmaları engellendi. Sadece ölen yakınları için ağlamalarına ve açlıktan ölen çocuklarını doyurmak için daha fazla yardım istemelerine izin verildi – tabii ki Hamas’ı kınadıktan sonra.

Belki de bu savaşla birlikte Batı gazeteciliği için yolun sonuna gelinmiştir. İsrail’in Gazze’ye açtığı savaşı sosyal medya hesaplarından izleyen ve bizzat Filistinlilerin raporları ve tanıklıkları aracılığıyla olup bitenleri kendi gözleriyle gören dünya çapında giderek daha fazla sayıda insan, Batı medyasının sömürgeci gücün, onun dilinin ve ideolojilerinin sürdürülmesindeki rolünün farkına varıyor.

Batı liberalizmi ve kurallara dayalı düzen

Bugünlerde Batılı liderlerin nasıl başarısız olduklarına dair eleştiriler artıyor, ancak Batılı aydınların ve özellikle de Batı’nın en etkili haber merkezlerini yöneten kişilerin nasıl başarısız olduklarına dair yeterince şey söylenmiyor. İsrail’in Gazze’ye açtığı savaşın sonucunda yerle bir olan sadece Batı liberalizmi ve kurallara dayalı düzen değil, aynı zamanda Batı gazeteciliğinin meşruiyetidir.

Batılı haber kuruluşları Gazze savaşıyla ilgili haberlerinde, kitlesel ölüm, açlık ve sonu gelmeyen insani sefaleti, müttefikleri tarafından gerçekleştirildiğinde kabul edilebilir ve hatta kaçınılmaz olarak gördüklerini açıkça ortaya koydular. Batılı haber merkezlerinde uygulandığı şekliyle çatışma gazeteciliğinin, bombalar ve insansız hava araçları dışında kelimelerle gerçekleştirilen bir başka sömürgeci şiddet biçiminden başka bir şey olmadığını gösterdiler.

Bu korkunç barbarlığın yaşandığı anda, benim gibi beyaz olmayan gazeteciler, örnek almamız gerektiği söylenen haber merkezlerinin muazzam ahlaksızlığıyla sarsılıyoruz.

Batılı gazeteciler, sahip oldukları önemli güç ile şu anda en azından kalıcı bir ateşkes talep edebilirler ve bizi sömürgeci gazeteciliğin bir başka örneğinden kurtarabilirler.”