04.28.2024

Büyük İslam Fakihi İmam Şafii’nin Hayatı ve Eserleri

İmam Şafii, İslam dünyasında önemli bir İslam alimi ve fıkıh bilgini olan bir İslam hukukçusudur. Asıl adı Muhammed bin İdris el-Şafii olan İmam Şafii, 8. ve 9. yüzyıllarda yaşamıştır. Fıkıh alanında derin bir bilgiye sahip olmasıyla tanınan İmam-ı Şafii hazretleri, dört hak mezhepten biri olan Şafii mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir. Peki İmam Şafii eserleri ve öğretileri nelerdir? İmam-ı Şafii hazretleri kaç yılında doğdu, kaç yılında vefat etti? Büyük İmamın hayatının ayrıntılarını sizler için derledik…

İmam Şafii Ne Zaman Doğdu? İmam Şafii Nerede Doğdu?

İmam Şâfiî, 767-820 yılları arasında yaşamış olan önemli İslam alimlerinden biridir. Adı tam olarak Muhammed bin İdris bin el-Abbas bin Usman bin Şâfiî olarak bilinir. 767 yılında Gazze’de doğdu.  İmam Şâfiî’nin ailesi, Hayber Savaşı sonrasında Mekke’ye göç eden Yemen kökenli Arap bir aileden gelmektedir. Soyu baba tarafından Hz Peygamber’in dördüncü kuşaktan dedesi Abdümenaf ile birleşir. İki yaşındayken babası vefat eden İmam Şafii’yi annesi Fatıma Mekke’ye götürdü. Mina yakınlarında yaşayan imam büyük bir mahrumiyet içinde büyüdü. İmam Şafii güçlü bir hafızaya sahipti. Yazı malzemesi ihtiyacını topladığı kemiklerden ve devlet dairesinin atık kağıtlarından karşılıyordu. Yedi veya dokuz yaşlarında Kur’an’ı Kerim’i ezberledi, on üç yaşında Mescid-i Haram’da Kur’an okutmaya başladı. Kıraat derslerini İsmail b. Kustantin’den alırken aynı zamanda ilim meclislerine de katılmaya başladı. Mekke’de aldığı eğitimin ardından Beni Hüzeyl kabilesine katılarak onlardan şifahi kültürü, örfleri, atıcılık ve biniciliği öğrendi. Arap şiiri, edebiyatı ve tarihine olan ilgisi burada oluştu. Çevresinin tavsiyesi ile Süfyan b. Uyeyne ve Müslim b. Halid ez-Zenci’den ilim tahsiline başladı. Bu dönemdeki hocaları arasında Saîd b. Sâlim, Abdülmecîd b. Abdülazîz b. Ebû Revvâd, Abdullah b. Hâris el-Mahzûmî, Dâvûd b. Abdurrahman el-Attâr, dedesinin amcasının oğlu Muhammed b. Ali b. Şâfi‘, Abdurrahman b. Ebû Bekir el-Müleykî, Fudayl b. İyâz, Abdülazîz b. Abdullah b. Ebû Seleme el-Mâcişûn’un adları da geçer (Zehebî, X, 6; Safedî, II, 172). Böylece İbn Abbas’ın Amr b. Dînâr, İbn Cüreyc ve Atâ b. Ebû Rebâh yoluyla intikal eden ilim çizgisini tanıdı.

Şafii’nin İmam Malik ile Tanışması

Genç yaşta İslam ilimleriyle ilgilenmeye başlayan İmam Şâfiî, Malik b. Enes’e gitmeye karar verdi Bu nedenle ödünç aldığı el-Muvatta’yı ezberledi. Daha sonra hocası Müslim b. Halid ez-Zenci’nin İmam Malik’e ve Mekke valisinin Medine valisiyle Malik’e hitaben yazdığı mektupları alarak Medine’ye geçti. Zehebi’den gelen rivayette İmam Şafii’nin yirmi yaşını biraz geçmiş olduğu belirtilir. İmam Malik ilk önce onu öğrencilerinden birine teslim etmek istediyse de yeteneğini ve hafızasını fark edince bizzat ilgilenmeye karar verdi. Talebeliği hocasının vefatına kadar devam etti. İmam Şafii’ye en fazla nüfuz eden hocası İmam Malik oldu. Medine’de geçirdiği yıllar, Şâfiî’nin İslam hukuku konusundaki bilgisini derinleştirmesine ve öğrencilik döneminden itibaren kendi metodunu oluşturmasına yardımcı oldu.

Mâlik b. Enes’in vefat etmesinin ardından İmam Şâfiî Mekke’ye döndü. O dönemda Hicaz’da bulunan Yemen valisi, İmam Şâfiî’nin dayısının ricasıyla imamı Yemen’e davet etti. İmamın Yemen’de bir kamu görevini yürütüp yaklaşık beş yıl kaldığı ve San‘a’da Hz. Osman’ın torununun torunu olan Hamdeh (Cemîle) isimli bir hanımla evlendiği kaydedilmektedir.  Bir yandan Mutarrif b. Mâzin, Hişâm b. Yûsuf el-Kādî gibi hocalardan faydalanarak ilim tahsilini, diğer yandan buradaki görevini sürdüren Şâfiî çok geçmeden kendini siyasî bir entrikanın içinde buldu. Dönemin hassasiyetlerine uygun bir tertip neticesinde yönetime karşı bir ayaklanmayı örgütlemekle suçlandı ve tutuklanıp Halife Hârûnürreşîd’in huzuruna çıkarılmak için Rakka’ya götürüldü. Beraberinde bulunanlar idam edilirken İmam Şâfiî güçlükle kurtulabildi. 184 (800) yılında gerçekleşen bu olay Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ile tanışmasına vesile oldu. Bir süre Rakka’da veya Bağdat’ta göz hapsinde tutulan Şâfiî bu sırada Şeybânî’nin derslerine devam etti. Ardından Hârûnürreşîd’in, kendisiyle ilgili olumsuz kanaatinin değiştiğini bildirip onu 4000 (veya 10.000) dirhemle ödüllendirmesi üzerine Bağdat’tan ayrılarak Mekke’ye döndü. Ancak zorunlu ikametin ne kadar sürdüğü tesbit edilemediği için Mekke’ye dönüş tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Şâfiî, Bağdat’taki ikameti sırasında Şeybânî’nin eserlerini temin etmeye çalışarak ehl-i re’yin temsilcisi konumundaki Hanefî birikiminin zayıf yönlerini tesbite koyuldu. Daha sonra gerek Bağdat’ta gerekse Mekke’de Şâfiî ile Şeybânî arasında münazaralar cereyan etti, hatta bunlardan en az biri Halife Hârûnürreşîd’in huzurunda gerçekleşti. Şâfiî’nin ancak Mâlik b. Enes’in vefatının ardından münazaralara katıldığı ve Ebû Yûsuf’un vefat tarihine kadarki üç yıllık süreyi (795-798) çoğunlukla Yemen’de geçirdiği dikkate alındığında onun Ebû Yûsuf ile de münazaraları olduğu yönündeki rivayetleri ihtiyatla karşılamak gerekir. Nitekim Zehebî, Şâfiî’nin Bağdat’a Ebû Yûsuf’un vefatından sonra gittiğini ve Ebû Yûsuf’la karşılaşmadığını açıkça belirtmektedir. Şeybânî’nin ders halkasına devam etmekte iken sırf ilmini sınamak amacıyla Şâfiî’nin meclisine katılıp onun bilgisinden ve metodundan etkilenen Ebû Sevr’in anlattığı iki anekdot, Şâfiî’nin Bağdat’a ilk gidişinde ya uzun bir süre kaldığını ya da Şeybânî hayatta iken ikinci defa gidip onunla münazaralara girdiğini, hatta ders halkası kuracak ölçüde bir çevre edindiğini göstermektedir. Şâfiî’nin Bağdat’ta Şeybânî dışında İsmâil b. Uleyye, Abdülvehhâb es-Sekafî gibi hocalardan ilim tahsil ettiği bilinmekle beraber bunun 184’teki (800) ilk gidişi sırasında mı yoksa daha sonra mı gerçekleştiği açık değildir. Aynı şekilde Şâfiî’nin Bağdat’taki ilk ikameti esnasında Ahmed b. Hanbel’le tanıştığına dair rivayetle ilgili soru işaretleri bulunmaktadır.

Mekke’ye döndükten sonra Şâfiî, bir yandan öğretim faaliyetlerini sürdürürken diğer yandan Irak’ta temin ettiği eserlere reddiyeler yazdı, ayrıca Şeybânî ile aralarındaki münazaralar devam etti. Şeybânî, Mina’da Mescid-i Hayf’ta karşılaştığı Şâfiî’ye kendilerini eleştiren kitabını hatırlatıp onu münazaraya davet etmiş, Şâfiî aralarındaki dostluğa zarar verebileceği düşüncesiyle önce bu daveti kabul etmemiş, fakat ısrarlı talep üzerine münazaraya katılmıştır. Bişr b. Gıyâs el-Merîsî, tanık olduğu bu münazarada Şâfiî’nin ilmî kudretinden oldukça etkilenmiştir.

Şâfiî, Mekke’ye dönüşünün ardından iki defa daha Bağdat’a gitti. 195’teki (811) gidişinde iki yıl kaldı. Emîn ile Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesi sebebiyle Bağdat muhasara edilince buradan ayrıldı. On beş ay süren muhasara nihayete erdiğinde ortalığın yatıştığını düşünerek 198’de (814) Bağdat’a döndü; fakat üç ay sonra umduğu huzurlu ortamı bulamayınca Mısır’a gitmeye karar verdi. Şâfiî’nin Bağdat’taki bu son ikametleri sırasında girdiği münazaralarda rakip tarafın temsilcisi Ebû Yûsuf’un talebesi Bişr b. Gıyâs el-Merîsî oldu. Bununla birlikte duydukları saygı sebebiyle gerek Bişr gerekse Ebû Hassân Hasan b. Osman ez-Ziyâdî ve Za‘ferânî, Şâfiî’yi ağırlayanlar arasında yer aldı. Bu dönemle ilgili rivayetler Şâfiî’nin derslerine en çok devam eden kişinin Ahmed b. Hanbel olduğunu, Bağdat’ta ehl-i re’y karşısında zor günler yaşayan ashâb-ı hadîsin Şâfiî’nin gelişiyle güç kazanması üzerine ashâb-ı re’yin ders halkalarının azaldığını ve bundan dolayı ehl-i hadîs tarafından kendisine “nâsırü’l-hadîs” unvanı verildiğini göstermektedir.

Kaynaklarda Şâfiî’nin Mısır’a 198, 199 veya 200 yıllarında gittiğine dair nakiller vardır. Mısır’daki ikamet süresinin dört yıl olduğu rivayeti esas alındığında Şâfiî’nin 199 yılı sonlarına doğru veya 200 (815) yılı başında oraya vardığı söylenebilir. Onun Mısır’a iki defa gittiği ve ilkinin 189 (805) yılından önce gerçekleştiğine ilişkin rivayet araştırmacılar tarafından sağlam bulunmamaktadır. Şâfiî Mısır’a gittiğinde bir süre dayıları Ezdliler’de misafir kaldı. Orada kendisine en çok destek ve himayeyi ise İmam Mâlik’in önde gelen talebelerinden Abdullah b. Abdülhakem’in ailesi sağladı; onlar da Şâfiî’nin ilminden çokça yararlandı ve Abdullah’ın oğlu Muhammed onun gözde talebelerinden biri oldu.

Şâfiî, Mısır’da kaldığı süre içinde önemli sağlık sorunları yaşamasına rağmen yoğun telif ve öğretim faaliyetleriyle meşgul oldu. İmam Mâlik’i eleştirmeye başlayınca oradaki taraftarlarının şiddetli tepkisiyle karşılaştı; hatta bunlar onu Mısır’dan çıkarmak için valiye baskı yaptılar. Şâfiî ve kendisini destekleyenlerin vali ile yaptığı görüşme onu sürgün kararından vazgeçiremedi. Bunun üzerine Şâfiî üç gün süre istedi ve üçüncü gece vali vefat etti; böylece ömrünün sonuna kadar Mısır’daki ikametini sürdürmüş oldu. 29 Receb 204 (19 Ocak 820) tarihinde ölen Şâfiî, Karâfe’de Benî Abdülhakem Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra buraya bir türbe yapıldı. Halife Me’mûn, Şâfiî’yi Mısır kadısı yapmak isteyince onun, “Allahım! Dinim, dünyam ve âkıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al” şeklinde dua ettiği ve üç gün geçmeden vefat ettiği rivayet edilmiştir. Kaynaklarda Şâfiî’nin iki oğlu ve bir kızının olduğu, oğullarından Ebü’l-Hasan Muhammed’in 231 (845) yılında, babasından ve Ahmed b. Hanbel’den hadis öğrenmiş ve Halep (yahut el-Cezîre) kadılığı yapmış olan diğer oğlu Ebû Osman Muhammed’in 242 (856) yılında vefat ettiği ve kızı Zeyneb’den olan torunlarının ilimde temayüz ettiği kaydedilmektedir. Çok sayıda öğrenci yetiştiren Şâfiî’nin Mısır öncesi dönemdeki talebeleri arasında Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel, Kerâbîsî ve Za‘ferânî öne çıkmıştır. Mısırlı öğrencilerinden Büveytî, Müzenî ve Rebî‘ b. Süleyman el-Murâdî mezhep açısından merkezî bir konuma sahiptir. Bunlar kadar olmasa da Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Harmele b. Yahyâ, Rebî‘ b. Süleyman el-Cîzî, Yûnus b. Abdüla‘lâ es-Sadefî ve Ebû Abdullah İbn Abdülhakem gibi şahsiyetlere de Şâfiî’nin öğrenci ve râvileri arasında sıkça atıf yapılır.

Şâfiî’nin güzel yüzlü bir kişi olduğu, sünnete uymak amacıyla saç ve sakalını kınayla boyadığı, yemin etmekten titizlikle sakındığı, gecenin bir bölümünü ibadetle geçirdiği, daha fazla Kur’an okuyabilmek için teravih namazlarını evinde yalnız kıldığı, böylece bir ayda çokça hatim yaptığı, rehavete yol açıp çalışmaya ve ibadete engel olduğu için fazla yememeye özen gösterdiği, yüzüğünün kaşına, “Allah, Muhammed b. İdrîs’in güvencesidir” ibaresini nakşettirdiği, daha sonra Rebî‘, Abdülmelik b. Muhammed b. Adî, Ebü’l-Velîd el-Ümevî en-Nîsâbûrî’nin de bu uygulamayı benimsediği rivayet edilir. Samimi bir dindarlığı şiâr edinen Şâfiî’nin çeşitli bilgilerin yararı hakkında şöyle dediği nakledilir: “Kur’an öğrenenin saygınlığı artar, fıkıhla meşgul olanın değeri yükselir, hadis yazanın delilleri kuvvetlenir, dil üzerine yoğunlaşanın tabiatı incelir, matematiğe yoğunlaşanın muhakemesi güçlenir, kendini korumayana ise ilmi fayda etmez”

FIKIHTAKİ BAŞARISI

İmam Şafiî, sahabe, tabiin ve kendinden önceki fıkıh bilginlerinden intikal eden fıkıh servetini hazır bulmuş, İmam Mâlik’ten aldığı Medine fıkhı ile İmam Muhammed aracılığı ile aldığı Irak fıkhını birleştirici bir yol izlemiştir. Kendi yetiştiği çevre olan Mekke fıkhını da iyi bildiği için, fıkıhtaki bu sağlam alt yapı sebebiyle, fıkhın genel metotlarını belirleme yeteneğini kazanmış ve bunun sonucunda fıkıh usulünü tedvin ederek bir ilk gerçekleştirmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel, onun hakkında; “Şafiî, Allah’ın kitabı ve Resulünün sünneti konusunda insanların en fakihi idi” demiştir.

ETKİLEYİCİ TEFSİRLERİ

Öğrencileri onun hakkında: “Şafii hazretleri bir ayeti tefsir etmeye başlayınca, sanki o ayetin indirilişini görmüş gibi büyük bir vukufla konuşurdu” derler. Bir defasında ders verirken on defa ayağa kalktı. Sebebini sorduklarında buyurdu: “Seyyidlerden bir çocuk kapının önünde oynuyor. Kapının önüne gelip kendisini gördüğüm zaman ona hürmeten ayağa kalkıyorum. Rasulullah’ın torunu ayakta dururken oturmak reva değildir.”

ESERLERİ

1) El-Ümm: Fıkıh ilmine dair olup, imam-ı Şafii’nin ictihad ederek bildirdiği meseleleri ihtiva eden bir eseridir. Yedi cilt olarak basılmıştır.

2) Kitab-üs-Sünen vel-Müsned: Hadis ilmine dairdir.

3) Er-Risale fil-Usul: Usul-i fıkha dairdir. Usul-i fıkhın kitap halinde yazıldığı ilk eserdir.

4) El-Mebsut

5) Ahkam-ül-Kur’an

6) İhtilaf-ül-Hadis

7) Müsned-üş-Şafii

8) El-Mevâris

9) El-Emali el-Kübra

10) El-Emali es-Sagir

11) Edeb-ül-Kadi

12) Fedail-i Kureyş

13) El-Eşribe

14) Es-Sebku ve’r-Remyü

15) İsbat-ün-Nübüvve ve Reddi alel-Berahime

İMAM ŞAFİ’DEN NASİHATLAR

Kur’an öğrenenin saygınlığı artar, fıkıhla meşgul olanın değeri yükselir, hadis yazanın delilleri kuvvetlenir, dil üzerine yoğunlaşanın tabiatı incelir, matematiğe yoğunlaşanın muhakemesi güçlenir, kendini korumayana ise ilmi fayda etmez”

“İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır.”

“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Asbabının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabul etmem.”

“Hiç bir vakit yoktur ki, ilim mütalaası, hüzün ve kederi yok etmesin, ilmi mütalaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır.”

“İlmi sevmeyende hayır yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Çünkü, ilim kalblerin hayatı, gözlerin aydınlığıdır.”