05.20.2024

Daralan Siyonizm ve genişleyen Siyonizm

İsrail Siyonizmi’nin milliyetçilik ya da İslamcılık bayrağını taşıyan partizan ve milis hareketlerine yöneltilebilecek her türlü eleştiriyi zayıflatması, hatta bu hareketleri güçlendirmesi, modern tarihimizin sıkıntılarından olabilir

Siyonizm 7 Ekim eyleminden sonra 2 okumanın ve öngörünün konusu oldu.

Birincisi, Siyonizm’in, Yahudi meselesinin çözümü olmadaki başarısızlığının teyit edilmesi.

Zira Siyonizm’in Yahudilere güvenliklerini koruyan, onlara istikrar ve gelişme koşullarını sağlayacak bir ana vatan ve devleti garanti edecek tek çözüm olduğu söyleniyordu.

İkincisi, bu çözümü daha da sağlamlaştıracak pençelerle, özellikle Yahudilerin Siyonizm devleti dışında güvenlikleri de eskisine göre gerilediğinden, Siyonizm’in alternatifi olmadığına dair daha büyük bir inançla güçlendirildikten sonra yenilenmesi.  

milliyetçilik için doğruysa, Siyonizm için daha da doğrudur.

Bunun nedeni de yalnızca Siyonizm’in varlığını kabul etmemeyi seçtiği bir halkı kovup onun yerine başka bir halkı getirmesi değil, aynı zamanda tanımı gereği kültürel çoğulculuğun işleyişiyle çelişen bir tür “komüniteryen milliyetçilik” olmasıdır.

Bu milliyetçilik ise kültürel çoğulculuk ve sivil bağların üstünlüğüyle ilgilenme, insan haklarına ve diğer evrensel değerlere uygun çalışma ile tanım olarak çelişir.

Ancak aşkınlık buna rağmen teorik bir aşkınlık olarak kalır. Çünkü bu tür bir milliyetçiliği aşan dünya, aynı zamanda onu vurgular ve yaşatır.

Maddi ilişkilerde onu aşarken, bilinçte kuvvetlendirir. Bu, bir tür kabileciliğe doğru hızlanan küresel dönüşümün eşlik ettiği bir kimlikler çağında yaşadığımıza ilişkin mevcut fikir birliği ile ifade ediliyor.

Böylece kendimizi büyük bir paradoksla karşı karşıya buluyoruz;

Teorik olarak aşılmış Siyonizm’in, Siyonizm’e benzer ideolojileri benimsemeye veya İsrail’e benzer devletler kurmaya hevesli olanlara örnek olması.

Aynı zamanda hem meşru hem de ilerici bir arzu olan Siyonizm’i dağıtma arzusu, büyük ihtimalle küresel ölçekte ve özellikle bölgemizde kimlikçi ve kabileci dalgalanma gerilemedikçe gerçekleşmeyecek.

Birkaç on yıl geriye gitmek, hem Siyonizm hem de Siyonizm karşıtlığının da içinde bulunduğu kimlikçi ve kabileci dalgalanmanın açık savaşların ve devam eden felaketlerin doğurucusu olduğuna bizi ikna etmek için yeterli.

Öte yandan Siyonizmin ömrünü en çok kısaltan şeyin siyasi, ardından fikri ve ideolojik atılımlar olduğu da söylenebilir.

Örneğin -ki bu pek çok örnekten sadece biri- 1993’te Oslo Anlaşmaları’nın oluşturduğu ortamın nasıl “post-Siyonizm” olgusunu doğurduğunu biliyoruz.

Bu olguya 1948’deki Nakba’nın kökünden söküp atma ve sürgün ile bağlantısı konusunda en güçlü tarihsel argümanları sunan “yeni tarihçilerin” değerlendirmeleri eşlik etmişti.

Tarihsel Filistin topraklarında Araplar ile Yahudilerin birlikte yaşayacağı, Arapların sayısal olarak çoğunluğu, Yahudilerin ise azınlığı oluşturacakları tek bir devlet önerisini engelleyenin, tam olarak tüm bölgenin çoğunluk ve azınlık arasındaki çatışmalara gömülmüş durumda olması ve çatışmaların çözümünde çoğunluğa bir silah olarak güvenilmesi olduğunu biliyoruz.

Dolayısıyla ılımlı da olsa İsrailli bir Yahudi’nin, çevresinde Sünnilerle Şiilerin, Araplarla Kürtlerin, Müslümanlarla Hıristiyanların her zaman ölüm ve yıkıma dönüşme ihtimali bulunan karşılıklı korkularını hissederken, böyle bir çözümü kabul etmesi mümkün olmayacaktır.

Elbette, eğer Arap bölgesinde tek bir demokratik ve laik deney başarılı olsaydı, Siyonist saldırganlık çağı ile daha kopuk görünür ve saldırganlığı nedeniyle daha zor durumlarda kalırdı.