Sallandık, silkelendik, yıkıldık, öldük, ölenlere rahmet yaralılara acil şifalar diledik, üzüldük, yardım ettik, korktuk, acaba bizim oturduğumuz ev yeterince sağlam mı diye bir müddet kaygılandık, sağa sola kulak verdik, lehimize olan verilere daha fazla şans tanıdık, bizim evin zemini kayaymış, bina da 2000’den sonra yapıldı dedik ya da bizim bina eski ama sağlammış, mahallenin muhtarı söyledi diye kendimizi ikna etmeye çalıştık, sonra araya seçim girdi, ölüler oy kullanamadı ama sağ kalanlar kullandı, fazla sorgulamadık, devletin kentsel dönüşüm konusundaki aşırı gevşekliği üzerinde durmadık, rical-i devlet seçim kazanmaktan dolayı mutlu, sanki Allahu Te’ala bütün günahlarını bağışladı yolsuzluk, ihmal, adalet, eğitim, zamlar, enflasyon beceriksizlikleri hepsi silindi, umreye gidip gelmiş gibi pir ü pak oldular, muhalefetimiz de kendi başının derdine düştü, değişim de değişim, ne değişimi, durmak yok yola devam, daha bir sürü pişkinlik, yediden yetmişe utanma arlanma hak getire, şimdi yatıştık, rutinimize döndük, evden işe işten eve, iyiyiz Allah’a şükür.
Düşünelim mi üzerinde yeniden?
Eğer yetkililerimiz gerekli tedbirleri zamanında alsaydı, çürük binaları takviye etseydi, kentsel dönüşümleri tamamlasaydı, jeologların, sismologların, mühendislerin uyarılarına kulak verseydi bu kadar bina yıkılmayacaktı Maraş depremlerinde.
Bu kadar insan ölmeyecekti.
Bu kadar ceset çıkmayacaktı enkazdan. Bu kadar ağlamayacaktık.
Ama yetkililerimiz işin kolayına kaçıyor.
Çünkü deprem bölgesinde görüntü verip “Yaraları saracağız, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar dileriz” demenin maliyeti daha az.
Az görünüyor.
Aslında daha çok.
İlim adamları söylüyor, depremden önce gerekli tedbirleri almanın maliyeti depremden sonra yapılacak yıkımı onarmaktan on kat daha ucuz.
Bizimki tamamen tembellik, gevşeklik.
Liderimize yağcılık yapmayı insanlarımızın betonun altında ezilmesinden daha öncelikli buluyoruz.
Şimdiki gerçeğimiz şu:
Marmara denizindeki faylar iki yüz elli senedir kırılmadı. En son 1766’da büyük deprem olmuş.
Geriye ne kadar vaktimiz kaldı?
Depremin tarihi periyodu 2016’da tamamlandı. Yıl mıl kalmadı verilere göre. Hatta 7 yıl geçti.
Şu anda depremle Rus ruleti oynuyoruz.
Bugün olmadı. Bu hafta olmadı. Bu ay olmadı. Bu yıl olmadı…
Yarın? Haftaya? Eylül’de? 2024’te?
Tek mermi var tabancanın topunun içinde.
Her an içinde mermi olan yatağa rast gelebiliriz. Kendi elimizle kafamızı patlatabiliriz.
Afet bölgesinde bir yılda yapacağımızı söylediğimiz kentsel dönüşümü İstanbul ve çevresinde deprem henüz olmamışken bir yılda yetiştirebilir miyiz?
Bu mümkün. Hadi bir yılda olmasın, iki yılda olsun.
24 yılda yapmadık, yattık ama işimizi ciddiye alırsak iki yılda yapabiliriz.
Yapıyor muyuz?
Hayır.
Hayır değil. Yapıyoruz. Ama iki yılda bitireceğimiz bir hızda değil. Belki elli yılda bitirebileceğimiz bir hızda.
İstanbul’da rüzgârlı havada yıkılan binalar var. Hatta durduğu yerde yıkılan binalar var.
Allah göstermesin, o deprem olursa kimse giremeyecek İstanbul’un sokaklarına.
Dünyanın bütün arama kurtarmacıları bir araya gelse yetmeyecek.
Korkmuyor musunuz?
Allah’tan ya da kuldan?
Beyler, mesulsünüz yapmadıklarınızdan.
Ama yapıyoruz bir şeyler. Silivri’ye 80 bin çadır depoladık. 5 bin de konteyner.
Ceset torbalarımız da hazır. Daha da gelecek.
İstanbul yıkıldığında hangimiz girecek o ceset torbalarının içine?
Hangimiz girmeyecek?
Devlet yetkililerinde bir endişe, bir telaş, bir gayret görmek istiyor insan.
Bir ciddiyet. Bir faaliyet.
Göremiyor.
Depremle Rus ruleti oynamaya devam.