Rekabet kontrolden çıkabilir, Washington ve Pekin’deki dinamikler dünyayı nükleer güçler arasında gereksiz bir çatışmaya sürükleyebilir
En kötü sonuçsa tembelce fiili bir küresel savaşa sürüklenmek olacaktır (Sputnik/AFP)
ABD’nin etkili düşünce ve haber mecrası Foreign Policy, ABD’li ve Batılı politika yapıcıların Çin’le insan hakları, deniz taşımacılığı, finans, iklim değişikliği, kuantum bilişimi ve mikroçipler konularında daha güçlü bir şekilde zıtlaşmasını talep eden en az 6 yazıyı sadece bir hafta içinde yayımladı.
Ne olur ne olmaz belki birileri anlamamıştır diye, bir başka yazıda da Çin’e yönelik askeri duruşa mali bir bileşen eklemek için Washington’a bir “ekonomik savaş konseyi” kurma çağrısında bulunuldu.
Onlarca yıl boyunca yaşamları ve ulusları şekillendirebilecek yeni bir soğuk savaş, dünyaya dayatılıyor.
Ancak dünyadaki pek çok kişi, şekillenmekte olan savaş hatları konusunda hazırlıksız ve bilgisiz. Şimdiden dünyanın dört bir yanındaki elitler, iki taraf arasındaki ekonomik, istihbari, diplomatik ve belki de askeri çatışmalarla tanımlanan bir 21. yüzyıl öngörüyor: NATO ve büyük Asya-Pasifik ülkelerinin de dahil olduğu, ABD liderliğindeki bir dizi ittifak ve ortaklık bir yanda; Çin ve Rusya’yla aralarında Kuzey Kore, Belarus ve İran’ın da yer aldığı partnerlerinin Avrasya öncülüğündeki ittifakıysa diğer tarafta.
Macron, Şi’den Putin’in “aklını başına getirmesini” istiyor, Rus lider bu noktayı çoktan geçti
Latin Amerika, Ortadoğu ve Afrika tarafsız kalmaya istekli görünüyor ve iki cenah arasındaki savaşın sahalarına dönüşebilirler.
Rekabet kontrolden çıkabilir, Washington ve Pekin’deki dinamikler dünyayı nükleer güçler arasında gereksiz bir çatışmaya sürükleyebilir.
Avrasya otokrasilerinde tartışma bastırılmış durumda. Çin medyası ve düşünce kuruluşları, dünyanın en büyük iki gücü arasında uzun ve tehlikeli bir düşmanlık dönemi yaşanabileceği ihtimalini tanısa da eylemlerinden dolayı neredeyse yalnızca ABD’yi suçluyor. Washington’da da Cumhuriyetçiler ve Demokratların Çin’e karşı şahince tutumlar takınarak birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştığı tehlikeli bir grup düşüncesi yerleşmiş durumda.
Ancak Batılı seçmenlerle yurttaşların gücü ve sesi var ve bu tartışmalara dahil olmaları gerekiyor. Avrupa’da da nüanslar var. Geçen hafta hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin’deydi ve Çin’i ayartarak Rusya’nın Ukrayna savaşına verdiği diplomatik ve maddi destek başta olmak üzere Batı’nın ve pek çok Asya-Pasifik ülkesinin sorunlu olarak gördüğü davranışlardan vazgeçirmek için çeşitli girişimlerde bulundular.
Tahmin edilebileceği üzere, kalabalık bir dev şirket heyetinin eşlik ettiği barışçı Macron üst düzey yetkililer tarafından el üstünde tutulurken, daha şahince davranan Von der Leyen büyük ölçüde görmezden gelindi ve devlet medyasında bir Amerikan kuklası olarak görülerek yerden yere vuruldu.
Çin gerçekten de sorunlu bir ülke. Aşırı bir gözetim devleti tarafından desteklenen ve distopik bir model olan otokratik yönetimi ihraç etmeye (ya da en azından normalleştirmeye) çalışıyor. Kendi Uygur ve Tibet azınlıklarını ağır insan hakları ihlalleriyle hedef aldı. Küçük ülkelere karşı sıklıkla küresel bir zorba gibi davranıyor. Vladimir Putin’in Ukrayna’ya karşı yürüttüğü fetih savaşını desteklerken bile ikiyüzlü bir şekilde Batı emperyalizmini kınıyor. Geçen yıl Asya’nın en güçlü demokrasisi olarak gösterilen bağımsız Tayvan ülkesini tehdit etmeyi sürdürüyor.
Ancak ABD’nin müttefikleri ve ortakları da düzenli olarak aynı türdeki insan hakları ihlallerini gerçekleştiriyor. Ve ABD dünya tarihinin en büyük zorbaları arasında yer alıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan başlattığı uğursuz Irak işgalini unutun. Ayrıca daha zayıf ülkelere yönelik, kamuoyunun gözünden daha uzakta kalan tehditler de var: Amerikalı ihracatçıların kullanılmış giysileri kendi tekstil pazarlarına sürmesini engellemeye çalışan yoksul Ruanda’ya karşı, sırf bu sebepten ticaret savaşı başlatması gibi.
Çin Devlet Başkanı soğuk, kurnaz bir otokrat ama 69 yaşındaki Şi Cinping bir Sith Lordu da sayılmaz. Onun zamanı geçecek ve Çin’in derin medeniyeti, devasa nüfusu ve pazarları ondan sonra da varlığını sürdürecek.
Batı şu anda Çin’e yönelik derin ekonomik bağımlılığını ortadan kaldırmaya çalışma sürecinde. Bu iyi bir şey olabilir, sanayi işlerini Batı uluslarının merkezlerine geri getirebilir ve Basra Körfezi’ndeki petrolün Avrupa’da satılacak sineklikleri yapmak üzere Çin’deki plastik fabrikalarına gönderildiği saçma tedarik zincirlerini ortadan kaldırabilir. ABD ayrıca Asya’ya yönelik sağlıksız borç bağımlılığından da kurtulmalı zira Çin ve Japonya’ya 1,85 trilyon dolar borcu var.
Ancak ABD ve Batı aynı zamanda bazı eski kötü alışkanlıklara düşme tehlikesiyle de karşı karşıya. ABD’de Çinlilere ve Çin asıllı Amerikalılara gösterilen bağnazlık artıyor. Batı, muhaliflere ve Uygurlara yönelik ihlalleri kınarken bile, Çin’i çevrelemek için Asya-Pasifik’teki otoriter devletlerin ihlallerine ortak olma ve bunları mazur görmeye yönelik söylemler elitler arasında artıyor; tıpkı Batı’nın ilk Soğuk Savaş sırasında Sovyet nüfuzunu zayıflatmak adına Latin Amerika ve Asya’daki militarist sağcı diktatörlükleri desteklemesi gibi.
Çin’in Türkiye gibi sorunlu bir ortak mı, Batı’nın on yıl öncesine kadar hayal ettiği gibi değerli bir rakip mi, ABD Kongresi’nin Cumhuriyetçi bir üyesinin uyardığı gibi “varoluşsal” bir tehdit mi, yoksa ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın tanımladığı gibi “evrensel değerlere” yönelik bir tehdit mi olduğu konusunda hararetli tartışmalar başlatmak için Batı toplumlarında geçerli nedenler var.
Ancak en kötü sonuç, Vietnam ve Irak savaşlarıyla teröre karşı küresel savaş gibi felaketlere yol açan Washington dış politikasının aynı demirbaşları tarafından desteklenen fiili bir küresel savaşa tembelce sürüklenmek olacaktır.