Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 5. kez cezaevine giren ve denetimli serbestlik hakkından yararlanmasına izin verilmeyen Barış Pehlivan, tutuklu bulunduğu açık cezaevinden izin alarak geldiği Çağlayan Adliyesi’nde hakim karşısına çıktı. Duruşma öncesi açıklamalarda bulunan Pehlivan, “Üç aydır hukuksuz bir sürecin içindeyim. Umarım o sürecin bittiğine tanık olacağız” dedi.
Cumhuriyet’teki yazısı gerekçe gösterilerek hakkında açılan dava nedeniyle tutuklu bulunan gazeteci Barış Pehlivan, hakim karşısında çıkarak savunma yapıyor.
Maltepe Açık Cezaevi’nde tutuklu bulunan Pehlivan, hakkında devam eden davanın duruşma için İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne geldi.
Duruşmaya, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık, CHP eski Milletvekilleri Ali Şeker ve Gürsel Tekin, Süleyman Çelebi Kadir Gökmen söğüt ile çok sayıda gazeteci katılıyor.
Pehlivan, duruşma öncesi “Açık Cezaevi’nden izin alıp bu duruşma için geldim. Üç aydır hukuksuz bir sürecin içindeyim. Umarım o sürecin bittiğine tanık olacağız. Herkese çok teşekkür ederim” açıklamasında bulundu.
İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 13.30’da başlaması gereken duruşma 16.54’te başladı. Kimlik tespitinin ardından gazeteci Pehlivan savunmasını yaptı.
Savunmasında, “20 yıllık gazetecilik hayatımda, bu iktidar bana beşinci kez cezaevi yüzü görmemi sağladı” diyen Pehlivan, ” Benim şahsımda, aslında tüm gazetecilerin hizaya getirilmeye çalışıldığını ve böylece tüm Türkiye’nin gerçekleri bilme hakkına tecavüz edilmek istendiğini biliyorum” ifadelerine yer verdi.
Pehlivan, savunmasında, denetimli serbestlikten yaralanamamasına şu sözlerle tepki gösterdi:
“Bu davanın benim açımdan bir başka önemli yönü daha var. Zira, bir gram dahi suçun olmadığı bu dava yüzünden özgürlüğümden mahrum bırakılıyorum. Yıllarca denetimli serbestlikte kalacak ağır suçluları her gün cezaevinden uğurlayan ben, 8 ay kalan denetimli serbestliğimi hapiste geçiriyorum. Meclisten geçen yaz çıkan bir yasa beni özgürlüğüme kavuşturması gerekirken, bu dava gerekçe gösterilerek içeride tutuluyorum”
Barış Pehlivan’ın savunmasının tamamı şöyle:
“Sayın Hâkim… “Şüpheli Barış Pehlivan, yazmış olduğu köşe yazısında, müvekkilime hakaret etmiş, iftirada bulunmuş ve müvekkilimin işlememiş olduğu suçları işlediği yönünde suç uydurmak suretiyle kasti olarak suç işlemiştir.” Bu cümle Ömer Faruk Aydıner’in Başsavcılığa verdiği şikâyet dilekçesinde yazıyor. Şimdi bu salonda ve adliye içinde onlarca gazeteci var. Bu davayı takip ediyorlar, haliyle haberini de yapacaklar. O haberlerinde Ömer Faruk Aydıner’in benim hakkımdaki şikâyet dilekçesini de yazabilirler. Öyle ya, işleri bu ve dava hakkında gizlilik kararı yok. Gelin görün ki… Eğer şu an sanık olduğum bu davanın iddianamesine değer verirsem, benim şu an yargılandığım bu davayı haber yapacak olan tüm meslektaşlarım hakkında suç duyurusunda bulunmam gerekiyor. Hatta bu suç duyurusunun iddianameye dönüştürülüp, hepsinin sizin karşınızda sanık olması gerekiyor.
Bu dava budur Sayın Hâkim… Zira… Bir değil, beş değil, on değil… Sanık olmama gerekçe gösterilen köşe yazımı sayısızca kez okudum. Ancak ben nasıl suç işlemişim, inanın bulamadım. Yazım 554 kelimeden ve 3537 harften oluşuyor. Lütfen bana söyleyin, hangi harfim hangi kelimemle ben Ömer Faruk Aydıner’e hakaret ettim? Bunu sizden rica ediyorum. Zira, savcılık iddianamede bu sorunun yanıtını yazmamış.
BİR YARGISAL SÜRECİ YAZMAK SUÇ MUDUR?
Şimdi… Ama madem ki, buradayım… Savcılığın yapmadığını biz yapalım, şu şikâyete konu olan yazımı inceleyelim… Sahi, ne yazmışım ben ki, hapsim isteniyor? Bir iş kadınının suç duyurusunu… Yazımdan okuyorum, o iş kadının suç duyurusundaki tezlerine bakın nasıl giriş yapmışım: “Savcılığa iletilen iddia özetle şuydu…” Yalan mı Hâkim Bey? Bir iş kadını bir suç duyurusunda bulunmamış mı? Suç duyurusunda şikâyet edilenlerden biri de Ömer Faruk Aydıner değil mi? Böylesi bir yargısal süreç yaşanmamış mı? Yaşanmış ki, dosya Yargıtay’a gitmiş… Yaşanmış ki, Yargıtay “soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte olmadığına” karar vermiş… Yaşanmış ki, Ömer Faruk Aydıner kendisine isnat edilen suçlamalara karşı şikayetçi iş kadını hakkında dava açmış… Ben Ömer Faruk Aydıner’e yöneltilen iddiaların yanında, bizzat Aydıner’in yaptığı karşı suç duyurusunu da yazmış mıyım aynı köşede? Evet! Bakınız, ben burada o iş kadınının suçlamalarının içeriğine girmeyeceğim. O zaten ayrı bir soruşturma ve dava konusu. Biz burada, “bu yargısal süreci tamamen yasal belgelere dayanarak köşeye taşımak suç mudur değil midir”, onu tartışıyoruz. Dahası, tartışmaktan öte bu benim özgürlüğüme bedel oluyor.
İŞ KADINI İLE UYUŞTURUCU BARONUNA ARABULUCULUK YAPMAK KAMU GÖREVİ MİDİR?
Meselenin bir başka çarpıcı yanı daha var… Ömer Faruk Aydıner benim hakkımda 3 suçlamada bulunuyor: İftira, suç uydurma ve kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret… Peki, savcılık ne yapmış bu şikâyet karşısında? “Bu köşe yazısında iftira yok” demiş. Zira benim Ömer Faruk Aydıner hakkında soruşturma başlatmaya yönelik özel bir kastım olmadığını görmüş. Yetmemiş, “bu köşe yazımda suç uydurmadığıma” da karar vermiş. Yani, iki suçlamayı da davaya dönüştürmemiş. Kaldı mı, elimizde 3. suçlama: Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret! Bakınız… Bu çok farklı yönlere gidebilecek bir suçlama. Yazımı okuduğunuzda göreceksiniz ki; iş kadınının Ömer Faruk Aydıner’den şikayetçi olmasına neden olan iddiası özetle şöyle: İş kadını, uyuşturucu ticareti yapan birinden borç almış… Bu borcun ödenmesi aşamasında da Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner devreye girmiş, ona da ödeme yapılmış…
Bu iddialar doğru mu, değil mi; bu davanın konusu değil. Ama savcılık, bu yasal şikâyeti köşeme taşımamı “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” olarak görürse şunu tartışmamız şart: İş kadını ile uyuşturucu baronunun alacak verecek kavgasında iddia edilen arabuluculuk kamu görevi midir? Bu sorunun yanıtı bu davayı ilgilendirmiyor. Ama bu iddianamenin ve bu davanın neyi tartışmaya açtığının farkında mısınız? Bakınız… 20 yıldır gazetecilik yapıyorum. Yazdığım 5 kitapta ve yüzlerce haberde yargıdaki sorunları Türkiye’ye anlattım. Kimse yazmaya cesaret edemiyorken, şu an yargılandığım bu adliyenin savcı ve hâkim koltuklarında teröristlerin oturduğunu belgeleriyle ortaya koydum. Bedelini cezaevine atılarak ödedim. Gün geldi, bana “pardon, meğer sen haklıymışsın” denildi ve beraat ettim.
Kimse yazmaya cesaret edemiyorken, şu an yargılandığım bu adliyenin bazı mensuplarının FETÖ Borsası içinde olduğunu belgeleriyle ortaya koydum. Yine bedelini cezaevine atılarak ödedim. Lakin gün geldi, o yazdığım yargı mensupları HSK tarafından ihraç edildi. Kimse yazmaya cesaret edemiyorken, İzmir Başsavcı Vekili’nin nüfuz ticareti yaptığını belgeleriyle ortaya koydum. Almadığım tehdit kalmadı. Yine gün geldi, o yazdığım savcı hakkında HSK müfettiş raporu düzenlendi, idari yaptırım kararı alındı. Örnekleri çoğaltabilirim, ama gerek yok… Mesele şu: Eğer Ömer Faruk Aydıner’e “kamu görevinden dolayı hakaret ettiğim” iddia edilirse… İş kadını ile uyuşturucu baronunun para alışverişinde bir yargı mensubunun görev almasını “kamu görevi” olarak kabul etmemiz gerekir. Bunu söylemeye benim dilim varmıyor ancak biz bunun davasını görüyoruz. Asıl bu davanın ve iddianamenin konusu size ağır hareket değil midir Sayın Hâkim? Kaldı ki… Ben suç işleme amacını taşısam, ben Ömer Faruk Aydıner’e Yargıtay Üyesi olması üzerinden hakaret etmek istesem, kendisinin adını açıkça yazmaz mıyım köşemde? Lütfen okuyun yazımı… “Ömer Faruk Aydıner” 3 kelimeden oluşan bir isim. On kez de okusanız, yüz kez de okusanız, bin kez de okusanız bu 3 kelimeyi de yazımda göremezsiniz. Bu bile benim hakaret etme gibi bir kastım olmadığını ve iddialara karşı masumiyet karinesini korumaya çabaladığımı kanıtlar.
ASLINDA NEDEN HAPİSTEYİM?
Evet Sayın Hâkim… Biliyorsunuz ki, bu davanın benim açımdan bir başka önemli yönü daha var. Zira, bir gram dahi suçun olmadığı bu dava yüzünden özgürlüğümden mahrum bırakılıyorum. Yıllarca denetimli serbestlikte kalacak ağır suçluları her gün cezaevinden uğurlayan ben, 8 ay kalan denetimli serbestliğimi hapiste geçiriyorum. Meclisten geçen yaz çıkan bir yasa beni özgürlüğüme kavuşturması gerekirken, bu dava gerekçe gösterilerek içeride tutuluyorum. Maalesef bu kötülüğü ilk kez deneyimlemedim. Bu topraklarda çocuk tecavüzcülerine bile tanınan özgürlük hakkının, hukuk güvenliğinin ve demeye de dilim varmıyor ama “adaletin” bana gelince kafasını kuma gömmesini daha önce çok kez yaşadım. Acı ama 20 yıllık gazetecilik hayatımda, bu iktidar bana beşinci kez cezaevi yüzü görmemi sağladı.
Ben Cumhuriyet Gazetesi yazarıyım. Gazetemin binasındaki tabelada kurşun deliği, gazetemin koridorlarında öldürülen yazarlarının fotoğrafları, gazetemin tarihinde mücadelenin ve üzerine kan dökülen onurlu sayfaları var. Yani, ben aslında neden sanık sandalyesinde olduğumu ve aslında neden böylesine bir dava yüzünden özgürlüğümden mahrum bırakıldığımı anlayabilecek deneyimdeyim. Benim şahsımda, aslında tüm gazetecilerin hizaya getirilmeye çalışıldığını ve böylece tüm Türkiye’nin gerçekleri bilme hakkına tecavüz edilmek istendiğini biliyorum. Lakin, beni içeri atanlar da defalarca deneyimledi ki… Dışarıda yazdıklarımın bedelini içeri atarak ödetenler, sadece bedenimi hapsediyorlar. Zira, nerede olursam olayım yazdım, yazıyorum ve yazacağım. Parmağımdaki nasırla birlikte harflerim de büyüyor. Varsın, olsun… Dün nasıl yazdıklarımda haklı çıktıysam, biliyorum ki yarın da bugünü anlamak için bakılacak onur duyduğum harflerim var benim. Hafızam var, öfkem var, kalemim var… Unutmayacağım, unutturmayacağım. Bu benim 100. yılındaki Cumhuriyetime borcumdur, ödeyeceğim.”
Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 5. kez cezaevine konulan Barış Pehlivan, denetimli serbestlik hakkı kullandırılmayarak 3 aydır Maltepe Açık Cezaevi’nde tutuluyor.