Hasta olacağım, diye düşününce gerçekten hasta mı oluyoruz? İyileşirken zamanı algılama biçimimiz sağlığımıza kavuşmamızı nasıl etkiliyor? Hastalık hakkındaki düşüncelerimiz genel refahımıza nasıl yansıyor? Yaşlılık da bu algılarımızla ilgili mi? Bilim bu konuda ne söylüyor?
Atalarımız 21’inci yüzyıl bilimini yüzyıllar öncesinde ön görmüş olabilir. “Ağacı kurt, insanı dert yer”, “Arayan belasını da, devasını da bulur” ve “Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin” gibi tarihin imbiğinden geçmiş sözler günümüz bilimi tarafından da kanıtlanıyor.
Harvard Üniversitesi’nde psikoloji profesörü ve yakın zamanda yayınlanan “The Mindful Body: Thinking Our Way to Chronic Health” kitabının yazarı Ellen Langer ve yine Harvard’dan psikolog Dr. Peter Aungle, Scientific American’daki makalelerinde düşünce ile sağlık arasındaki bağlantıya ilişkin güçlü kanıtlar sunuyor. Bölümler aktarıyoruz…
“‘Zaman tüm yaraları iyileştirir’ derler. Ancak herhangi bir tıp uzmanı, bir yaralanmadan sonra iyileşme için gereken saatlerin büyük ölçüde değişebileceğini size söyleyebilir. Örneğin bir kişinin yaşı, yaşam tarzı ve sosyal destek düzeyi[1], vücudunun ne kadar hızlı iyileştiği üzerinde bilinen etkilerdir.
Düşünceleri de oldukça güçlü bir rol oynayabilir. Yakın zamanda yapılan bir deneyde, iyileşme süresine ilişkin beklentilerin gerçekte iyileşmenin ne kadar süreceğini etkileyip etkilemediğini test ettik. İnsanların zamanın geçişine dair algılarının yaralarının ne kadar çabuk iyileştiğini etkilediğini bulduk.
İnsan gençliğini hatırlayıp gençleşebilir mi?
Son 45 yıldır Langer Laboratuvarı üyeleri, zihnin bedenin fizyolojisini nasıl şekillendirdiğini ya da laboratuvarımızın zihin-beden birliği olarak adlandırdığı şeyi inceliyor. Çalışmanın ana fikri basit: İnsanlar zihin ve bedeni birbirinden ayrılabilir birimler olarak değil de tek bir varlık olarak düşündüklerinde, zihnin sağlık ve esenlik üzerinde nasıl muazzam bir kontrole sahip olduğunu anlayabiliyorlar. Zihnimizi ne yöne yönlendirirsek bedenimiz de o yöne gidecektir.
Bu kavramın ilk testi, içimizden birinin (Langer) 1979’da tasarladığı ve yürüttüğü saat yönünün tersi deneyiydi. Bu çalışmada, yaşlı erkekler, 20 yıl önce varmış gibi görünecek şekilde yenilenmiş ve eski mobilyalar, aletler ve dergiler içeren bir inziva yerinde yaşadılar. Erkeklerden genç halleri gibi yaşamalarını istedik. Geçmişteki olayları sanki şu anda yaşanıyormuş gibi şimdiki zamanda tartıştılar. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Herhangi bir tıbbi müdahale olmaksızın işitme, görme, hafıza ve güçlerinde iyileşme görüldü. Ayrıca haftanın sonunda fotoğraflarda gözle görülür şekilde daha genç göründükleri fark edildi.
“Hastalanacağım” diyen hasta oluyor
O zamandan bu yana Langer Laboratuvarı zihin-beden bütünlüğüne dair başka kanıtlar da buldu.
Yorgunluk beklentisinin insanların kendilerini daha yorgun hissetmelerine neden olabileceğini ve soğuk algınlığına yakalanacağınızı düşünmenin bu olasılığın artmasıyla ilişkili olduğunu keşfettik. Başka bir çalışmada, günlük egzersizden kilo kaybı gibi belirli faydalar bekleyen insanlar, bu beklentileri olmadan aynı aktiviteleri yapan diğer insanlar böyle bir değişiklik görmese bile, bu faydaları gördüler.
Yara iyileşmesi üzerine yakın zamanda yapılan bir çalışmada, beklentilerin fiziksel bir yaralanmadan sonra iyileşmeyi nasıl etkileyebileceğini yakından inceledik. Ciltte hafif morluk bırakan kontrollü bir prosedürden üç kez geçmeleri için 33 katılımcı bulduk. Her vakada 28 dakikalık bir iyileşme gözlem süresi vardı ve bu süre zarfında insanlardan belirli aralıklarla bir anket doldurmalarını istedik.
İki koşulda, zaman deneyimini manipüle ettik. Örneğin, “hızlı zaman” koşulunda, katılımcılara anketi her sekiz dakikada bir yanıtlamalarını söyledik ve onlara (onların haberi olmadan) iki kat hızla çalışan bir kronometre verdik. Sonuç olarak, her gerçek dakika kronometrede iki dakikaya karşılık geliyordu, öyle ki 28 dakikalık toplam süre 56 dakika gibi hızlı geliyordu. “Yavaş zaman” koşulunda, anket her iki dakikada bir yapıldı ve zamanlayıcıyı normal hızının yarısında çalışacak şekilde ayarladık. Bu düzende 28 dakikalık süre 14 dakika gibi geldi.
Gerçekte geçen süre her durumda aynı olsa bile katılımcılar daha fazla zaman geçtiğine inandıklarında yaraların daha hızlı iyileştiğini, daha az zaman geçtiğine inandıklarında ise daha yavaş iyileştiğini gördük. Şimdi bu bulguyu fıtık ameliyatı, katarakt ameliyatı ve diş ameliyatı geçiren kişiler için de tekrarlama ve genişletme sürecindeyiz.
Hastayı kategorileştirmenin tehlikeleri
Sağlığımızı iyileştirmek için değiştirebileceğimiz tek şey zaman hakkındaki zımni inançlarımız değildir. Araştırmamız, kategoriler ve teşhis etiketleri hakkında da daha dikkatli düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Örneğin, endokrinologlarla konuştuğumuzda, kan şekeri seviyelerini ölçen A1C adlı hemoglobin testinde yüzde 5,6 veya yüzde 5,7 ölçen biri arasında anlamlı bir fark olmadığı konusunda hemfikir oldular. Ancak bir yere bir çizgi çekilmesi gerekiyor ve standart tıbbi protokol, A1C seviyesi yüzde 5,7’nin altında olan herkesi “normal” seviyelere sahip ve bu noktanın üzerinde olan herkesi “prediyabetik” olarak kabul ediyor. Kısa süre önce bir çalışmada, yüzde 5,6 veya yüzde 5,7 puan alan 3 bin 984 kişinin verilerini karşılaştırdık ve sonraki tıbbi gidişatlarında önemli bir fark bulduk. Prediyabetik etiketi alanlar, takip eden 10 yıl içinde diyabet hastalığına yakalanma olasılıkları önemli ölçüde daha yüksekti.
Doktorlar, yüzde 5,6 veya 5,7 skoru olan hastalara genellikle aynı tavsiyeyi veriyorlar: Hastanın kan glikoz seviyesinin biraz yüksek olduğunu belirtiyorlar ve yaşam tarzı değişikliklerinin yardımcı olabileceğini öneriyorlar. Bu nedenle, bu sınıflandırmaya sahip kişilerin kendileri için farklı beklentilere sahip olduklarından kuşkulanıyoruz.
Kişilerin kendilerine verilen tanı etiketinin kurbanı olma eğilimine “sınır çizgisi etkisi” adını verdik. Belirli bir tıbbi durum için bir eşik belirlediğimizde, bu sınır çizgisinin hemen üzerindeki kişiler ile hemen altındaki kişiler temelde aynı olabilir, ama onlara bu etiket yapıştırıldıktan sonra genellikle sağlıkları hakkında çok farklı izlenimlerle ayrılıyorlar.
Birlikte ele alındığında, bu çalışma insanların sağlıklı olabilecekken kendilerini hasta veya sağlıklı olarak da düşünebileceklerini ortaya koyuyor.
Örtük inançlar sonucu belirliyor
Her insan hayatı boyunca vücudunun nasıl çalıştığı ve sağlıklı olmanın ne anlama geldiği hakkında çeşitli inançlar edinir. Bu fikirler genellikle dünya hakkındaki temel varsayımlarımızı yansıtır ve bizi çok az bilinçli farkındalıkla etkiler. Bir kişinin geçmiş deneyimlerine dayanarak tercihler veya önyargılar geliştirebilmesi gibi, araştırmamız da insanların sağlıklarını etkileyen örtük inançlar geliştirdiklerini gösteriyor. Örneğin, bir kişi hastalandığına veya yaşlandığına dair işaretleri fark edebileceğini düşünebilir. Nasıl hissettiklerini, ne düşündüklerini ve ne yaptıklarını yapılandıran beklentileri, daha sonra ne olacağını şekillendirir.
Bir adım daha ileri gidersek, güneş kremi sürmek ve dişlerimizi fırçalamak gibi sağlıklı seçimlerin bir fonksiyonu olan sağlıklı yaşam, aynı zamanda sağlıklı düşünmenin de bir fonksiyonudur. Çoğu insan çoğu zaman akılsızca davranır çünkü geçmiş düşünceleriyle meşguldürler ve bu da onları şimdiki zamana karşı körleştirir. Ancak düşüncelerimizi ve örtük inançlarımızı, özellikle de yavaş iyileşmeyi beklemek ya da başa çıkamayacak kadar zayıf olduğumuzu düşünmek gibi ters etki yaratan durumlarda fark edebilir ve sorgulayabiliriz.
Kendimize şu gibi sorular sorabiliriz: Bu fikirlerin doğru olduğunu nereden biliyoruz? Hangi geçmiş deneyimler ve durumsal faktörler inançlarımızı gereksiz yere etkiliyor olabilir? Göz önünde bulundurmamız gereken eşit derecede geçerli alternatif inançlar var mı? Daha yapıcı bir alternatifle karşılaştığımızda onu benimseyebiliriz. Düşünceler, duygular ve eylemler buna göre değişecektir. Tıpkı bunun gibi, daha iyi bir sağlık genellikle sadece bir düşünce uzaklığındadır.”