11.14.2024

İslam Fıkhının Dijital Dünya İmtihanı/İmkânı

Evrende bulunan nesnelerin sürekli bir değişim içinde olduğu bilinen bir hakikat. Geçmişte olduğu gibi, modern insan da değişmeyen yegâne şeyin değişim olduğunun idrakinde. Kavramakta zorlanılan asıl nokta ise içinde yaşadığımız dijital çağda değişimin takibe imkân vermeyecek denli hızlı seyretmesi. Hız, modern dünyada değişimi karakterize eden başat unsur.

Dijitalleşme süreciyle birlikte hayatın her alanında tarihin hiçbir kesitinde tecrübe edilmemiş bir tarzda ve hızda değişime tanıklık ediyoruz. Bilgi üretmek de bilgiye ulaşmak da çok daha hızlı ve zahmetsiz bir hâl aldı. Hesaplamalara göre tarih boyunca üretilen bilgiden milyonlarca kat fazlası bugün internette dolaşıyor. Bununla birlikte dijital dünya, bilgi algısını da dönüştürüyor. Bugün artık bilginin niteliğinden çok niceliği ön planda. Bilginin mahiyetinden çok üretim hızı ve kitleler tarafından ne kadar kısa zamanda paylaşılıp benimsendiği önemli. Bilgi dijitalleşirken bilgi kirliliği, aşırı ve bilinçsiz bilgi tüketimi (infobezite) gibi nevzuhur olumsuzlukları da beraberinde getirdi.

İnfobezitenin Neticeleri

Dijital yaşam modern insanın iletişim ve sosyallik algısını köklü bir dönüşüme maruz bıraktı. İnternet ve sosyal medya, iletişimi zaman ve mekân sınırlarına hapsolmaktan çıkardı ve yaratılış itibarıyla iletişim kurmaya yatkın bir varlık olan hatta ismini bu özelliğinden alan insana (insan = ünsiyet kuran), farklı mekânlarda bile sürekli iletişim hâlinde olabileceği çevrimiçi bir statü kazandırdı. Daha da ötesi tekno çağda insanın iletişimi, kendi cinsiyle sınırlı kalmayarak fiziksel nesnelerin birbiriyle veya daha büyük sistemlerle bağlantılı olduğu bir networkü kontrol etmeye kadar uzandı. Nesnelerin interneti teknolojisini (IoT) kullanan ve içindeki yiyeceklerin bittiğini haber veren, hatta tükenen ürünlerin yenisini kendiliğinden sipariş veren buzdolaplarında olduğu gibi.

Yapay zekâ, büyük veri, artırılmış gerçeklik, Metaverse (sanal evren) gibi dijital çağın ürünleri hemen her gün hayatımıza daha hızlı ve hissedilir bir biçimde nüfuz etmeye devam ediyor. Markete gitmeden alışveriş yapmaya, bankaya uğramadan bankacılık işlemlerini yürütmeye imkân veren mobil uygulamalar, kampüslerin dışına taşan online eğitimler, sürücüsüz taşıtlar, cerrahi robotlar, sağlık durumunu teşhis ve takip eden çipler, uyku ve dinlenme bilmeyen güncellemeler, yapay uzuvlar vs.

Toplumsal Değişim ve Fıkıh

Kuşkusuz dijitalleşmenin beraberinde getirdiği tüm bu yenilikler hem dinî yaşam pratiklerini hem de din ve dindarlık anlayışını köklü bir biçimde etkiliyor. Bu etki alanı ve kuvveti dikkate alındığında dijitalleşme konusu fıkhın yanı sıra din sosyolojisi, din psikolojisi ve din eğitimi gibi birçok disiplinin inceleme alanına giren çok yönlü bir mesele olma özelliği arz ediyor. Dijitalleşmenin fıkıh ekseninde ele alındığı bu metinde ise dijital dönüşüm karşısında İslam hukukunun nasıl bir aksiyon aldığına ilişkin bazı mülahazalara yer verilecektir.

Hemen ifade edilmelidir ki dinin temel ilkeleri dinî hükmün ihtiyaca ve şartlara göre güncellenebilmesine imkân vermiştir. Fakihin hükümlere ulaşırken olaylar arasındaki benzerliklerden hareketle yaptığı kıyaslar, toplumun maslahatını gözeterek verdiği kararlar (maslahat-ı mürsele), istisnai bazı durumlar sebebiyle genel kuralın dışına çıkarak benimsediği esneklikler (istihsan), zamana ve şartlara bağlı olarak değişen örfe verdiği kıymet, fıkhın toplumsal değişimi yakinen takip ettiğini gösterir.

Ne var ki yapısı gereği hukukun toplumsal değişimi geriden izlediği bilinen bir husustur. Bununla birlikte hukukun değişim karşısındaki dezavantajlı konumu, belki de en fazla şimdilerde kendini hissettiriyor. Zira dijital çağda değişim, hukuki düzenlemelere imkân tanımayacak kadar hızlı gerçekleşiyor. Nitekim yasal düzenlemelere karşı olumsuz bir tavır sergileyen dijital teknoloji şirketleri, geliştirdikleri yapay zekâ algoritmalarının hukuk erki tarafından kavranamayacağını ileri sürüyor.

Bu tespitlerden sonra, dijitalleşme ve fıkıh ilişkisini şu iki başlıkta ele alabiliriz: Birincisi, fıkıh uygulamalarının dijitalleşmesi, ikincisi ise dijital ürünlerin meşruiyeti ve dijitalleşmenin getirdiği sorunlar.

Dijital Fıkıh Uygulamaları ve Tepkiler

Fıkıh uygulamalarının dijitalleşmesi ile fıkhın işleyişine ilişkin süreçlerin yeni teknolojiler kullanılarak dijitalize edilmesi kastedilir. Bu kategorideki dijitalleşme sürecini, modern literatürden ilhamla “fıkıh teknolojisi (fiqh tech, legal tech)” kavramıyla ifade etmek mümkün.

Hâlihazırdaki dijital fıkıh ürünlerine kıbleyi tayin eden, namaz ve oruç vakitlerini gösteren uygulamalar, zekât ve miras hesaplama programları, fıkıh kaynaklarına kolayca erişim imkânı sunan internet ansiklopedileri ve sosyal medya kanalları, güncel ve ihtiyaç duyulan fetvalara hızlıca ulaşmayı mümkün kılan çevrimiçi platformlar, fıkıh bilginlerinin fikir teatisinde bulunabilmelerine imkân veren online panel ve sempozyumlar, fıkıh eğitimine ilişkin çevrimiçi materyaller ve e-öğrenme sistemleri örnek verilebilir. Kısa bir müddet önce üretildiği duyurulan artırılmış sanal gerçeklik (virtual reality) uygulamasıyla Hacerülesved’e bakma ve ona dokunma hissiyatı veren gözlüğü de bu kapsamda görmek mümkün.

Dijital fıkıh uygulamaları eleştirilere konu olmuştur. Geçmişte hattat ve müstensihleri işsiz bırakacağı ya da yanlış bilginin yayılmasına alet olacağı endişesiyle uzunca bir süre matbaaya karşı çıkılmasında olduğu gibi, elektronik kitle iletişim araçlarının ilk ürünleri sayılabilecek olan radyo ve televizyonlarda Kur’ân-ı Kerîm dinlemenin/okumanın dinî açıdan meşruiyeti tartışılmıştı. Bugün de benzer şekilde internet tabanlı sosyal medya uygulamalarının, telekomünikasyon şirketlerinin kazançlarını azalttığı gerekçesiyle tartışmalara ve nihayetinde mali/hukuki düzenlemelere konu olduğu görülüyor. Ancak sundukları imkân ve avantajlar keşfedildikçe, bir taraftan da çıkar gruplarının endişeleri giderildikçe bu yeni ürünlerin dinî hükmüyle ilgili yapılan tartışmalar, nostalji olarak kalmaya mahkûm.

Hız çağında biraz daha farklı olan ise yeni dijital ürünlerin meşruiyetine ilişkin benzer tartışmaların çok daha kısa sürede güncelliğini yitirmesidir. Birkaç yıl öncesine kadar dinî argümanlarla sosyal medya kullanımını yasaklayan fetvalar verenlerin bugün sosyal medya fenomenine dönüşmesi bunun çarpıcı bir örneğini teşkil ediyor.

Ezcümle güvenilirlik, verimlilik ve maliyet avantajı sağlayacak fıkıh teknolojisi alanına yatırım yapmanın gerekliliği izahtan varestedir. Dijital çağda muhtemel risklerini hesaplamak ve fayda-zarar muhasebesini yapmak koşuluyla fıkıh uygulamalarının dijitalize edilmesi, yerine göre bir fırsat, ihtiyaç veya zorunluluk olarak görülmelidir.

Dijital Ürünlerin Meşruiyeti ve Dijitalleşme Sorunları Karşısında Fıkıh

Dijitalleşme ve fıkıh ilişkisine dair ikinci başlığı, dijital ürünlerin fıkıh kurallarına uyumunun ya da uyumsuzluğunun belirlenmesi ve teknolojik gelişmelerin yol açtığı sorunların fıkhî açılardan analiz edilmesi oluşturuyor.

Fıkhın her alanda hayatımızı kuşatan ve gerçek dünyada yapabildiğimiz her şeyi hatta fazlasını yapmaya imkân tanıyan dijital yeniliklere kayıtsız kalamayacağı aşikârdır. Ancak bu mecrada hüküm verirken ciddi belirsizlikler, denetim zorlukları, yetki karmaşası ve çözümlerin yeterli etkinlikten yoksun oluşu gibi bir dizi problemle karşılaşılıyor. Söz gelimi sahte hesaplar kullanarak ya da bilişim sistemi ihlalleriyle işlenen siber suçların ve bunların faillerinin tespitine ilişkin ispat vasıtaları yetersiz kaldığında ne olacak? Mevcut ülke hukukunun geçerli olmadığı bir başka ülkede dijital araçlarla işlenen suçlar karşısında nasıl bir yol izlenecek? Suç ve suçluların tespiti hâlinde bu defa uluslararası kuralların işletilmesi mümkün olacak mı? Sürücüsüz araçlar veya cerrahi robotların sebebiyet verdiği suçlarda ceza sorumluluğu yazılım firmasına mı yoksa bu otonom varlıkların sahiplerine mi ait olacak? Gerçek hayatta fıkhın tasvip etmeyeceği fiillerin Metaverse’de uygulanması her açıdan aynı sonuçları mı doğuracak?

Bir kısmı mer’i hukukun da hâlâ cevap aradığı bu ve benzeri soruları fıkhî açıdan analiz ederken izlenmesi gereken ilkesel yaklaşıma ilişkin birkaç hususu şöylece ifade etmek mümkün: Her şeyden önce İslam hukuku açısından tasvip edilmeyen bazı tasarrufların gerçekleşmesine aracılık ettiği gerekçesiyle dijital ürünlerin kullanımının bütünüyle gayrimeşru ilan edilmesi yaklaşımından vazgeçilmeli. Müstakil olarak her bir ürünün fıkhî kurallara uyumu çok boyutlu değerlendirilip fayda-zarar muhasebesi de yapıldıktan sonra hüküm verilmeli. Sanal mecrada sürekli bir değişim söz konusu olduğundan fıkhî hükümler de ihtiyaç duyulması hâlinde güncellenmeli. Örneğin birçok belirsizliği uhdesinde barındırması sebebiyle bugün itibarıyla cevaz verilmeyen kripto paraların hukuki durumu, bu belirsizlikler ortadan kaldırıldığında hızla yeniden ele alınmalı.

Hüküm verirken dijitalleşmenin neden olduğu paradigma değişimleri de göz önünde bulundurulmalı. Zira modern dünyada meselelerin değişim hızı ve küreselleşmeyle birlikte giderek daha girift bir hâl alması, sınırların net bir biçimde ayırt edilmesini ve genel hükümler verilmesini zorlaştırıyor. Söz gelimi aileye özgü kalması gereken mahrem yaşantının fütursuzca paylaşılması tasvip edilecek bir husus değilken mahremiyet algısındaki değişikler düşünüldüğünde evinde çeşitli ürünlerin fotoğrafını çekerek paylaşan ve bu ürünlerin tanıtımını yaparak geçimini temin eden bir bireyin mahremiyet ihlali işlediğini söylemek tatminkâr bir çözüm olmayabilir.

Bir diğer ilke, fıkhî bir hüküm verilirken daha geniş bir perspektiften bakarak dijital dünyaya özgü yeniliklerin doğurduğu tüm sonuçların gözetilmesidir. Mesela sanal âlemde profil ve avatar kullanımının suç ya da günah teşkil etmese bile çift karakterli kişiliklerin oluşumuna ve kimliksizleşmeye yol açtığı uzmanlar tarafından belirtiliyor. Benzer şekilde bilgi fazlalığının (infobezite) tefekkürü azalttığı ve yüzeyselliğe yol açtığı dile getiriliyor. Bilginin ehil olmayan kimseler tarafından yanlış yorumlandığı ya da kötü niyetli kimselerce suistimal edildiği de bir vakıa. Pandemi sürecinde küresel ölçekte uygulanan online eğitimin, birçok avantajına rağmen yüz yüze eğitimin yerini dolduramadığı tecrübe ile sabit. Ağ toplumunun bireylerinde “crackberry” (telefonu olmadan bir yere gidememe),  “netlessfobi” (internetin olmadığı bir ortamda kalamama), “photolurking” (sosyal ağ sitelerinde saatlerce insanların albümlerine bakma) ve “stalking” (bir kişinin çevresindekileri sürekli olarak arama motorları veya sosyal medya üzerinden araştırma) gibi tıp literatürüne girmiş yeni hastalık ve bağımlılıklar görülüyor. İşte fakihin tüm bu durumların muhasebesini yapması da kaçınılmaz.

Dijital dünya hukuki düzenlemelerin yetersizliğinin en somut hissedildiği âlem olma özelliğini taşıyor. Mesela bilişim altyapısından kaynaklanan sebeplerle yahut uluslararası ilişkiler nedeniyle siber suçların ve bunların faillerinin tespit edilmesinde ispat vasıtaları zaman zaman yetersiz kalabiliyor. Diğer taraftan itibar suikastı, sanal linç gibi sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlar için öngörülen müeyyideler, adli süreçlerin dijital veri akış hızının oldukça gerisinde kalması nedeniyle mağduriyetleri gideremiyor. Üstelik suç aleti olan materyal veya görseller, mahkemece haklarında yayından kaldırılma kararı verilmiş olsa bile teknik olarak tümüyle kaybolmadığından aynı suçun defalarca işlenmesi gibi yıkıcı bir etki meydana getiriyor. Yukarıda ifade edildiği üzere otonom varlıklar, kripto paralar, Metaverse gibi dijitalleşmenin en yeni ürünlerinde sağlıklı bir hüküm vermeyi engelleyen ciddi belirsizlikler ve yapısal zorluklar bulunuyor.

İşte tam burada, İslam hukukunun bireylere hem dünyevi hem de uhrevi sorumluluk yükleyen, böylece onların vicdanına da hitap eden bir hukuk sistemi olduğu hatıra getirilmeli. Bu özelliği ile fıkhın, örneğin sahte profil ve hesaplarla işlenmiş ve mahkemede ispatlanamamış siber suçları önlemede daha etkili bir işlev göreceği tahmin edilebilir. Nitekim çeşitli gerekçelerle ispatlanamayan bir hakkın dünyada olmasa bile ahirette sahibine teslim edileceği, haksızlığın ya da suçun sebep olan veya işleyenin yanına kâr kalmayacağı Hz. Peygamber’in şu ifadelerinden öğrendiğimiz bir prensiptir: “Davalarınızı bana getiriyorsunuz. Bazılarınız delilini ifade etmede bir kısmınızdan daha başarılı olabilir ve ben de ondan dinlediklerime göre karar veririm. Şayet ben herhangi birine kardeşinin hakkı olan bir şeyin verilmesine hükmedersem, o kimse bunu almasın. Çünkü ben (bu hükümle) ona ateşten bir parça vermişimdir.”1  Yine Hz. Peygamber’in “Helal ve haram bellidir, ama (dininizi korumak için) şüpheli şeylerden uzak durun.”2 ve “Müftüler (bir işin meşruiyetine) fetva verse de sen yine kalbine danış.”3 şeklindeki tavsiyeleri de dijital dünyanın belirsizlikleri karşısında sergilenebilecek tutumlara ilişkin genel bir çerçeve çizer.