İlk matematiksel deneyimlerinizi ne zaman yaşadınız? Dört yaşında mı? Belki de üç ya da iki. Sizi şaşırtabilir, ama kesinlikle daha önceydi. Aslında bir matematikçi olarak, belli bir matematik zekası ile doğdunuz…
Bir çocuğa yaşamının ilk yıllarında çevresiyle deneyler yapmayı, sonuçlarını gözlemlemeyi ve ardından bir hipotezi onaylayana veya reddedene kadar süreci tekrarlamayı öğretmenize gerek yoktur. Bu davranış içgüdüseldir ve resmi bir eğitim gerektirmez.
Bu sayede çocuklar, dile getiremeseler bile, gözlerini ilk açıp etraflarındaki dünyayı araştırmaya başladıkları andan itibaren bilimsel olarak düşünmeye başlarlar. Peki ya matematik?
Son birkaç yılda araştırmacılar, küçük çocukların, hatta yeni doğmuş bebeklerin zihinlerinde neler olup bittiğini bulma konusunda başarılı oldular. Öğrendiğimiz şey aslında umut verici idi. Anlaşılan hepimiz bu dünyaya temel matematiksel anlayışla donatılmış olarak geliyoruz.
Yani aslında hepimizin doğuştan gelen bir matematik zekası var. Bu da bazı insanlarının matematiksel bir yeteneğe sahip olduğu bazılarının da olmadığı söylemini çürütüyor.
Bir Matematikçi Aslında Nedir?
Bu söyleme rağmen, genellikle kişisel kabul şu şekildedir: “Ben matematik insanı değilim.” Aslında insanların matematiği yalnızca bazı insanların sahip olduğu özel bir yetenek olarak düşünmesi oldukça yaygındır. Eğer onunla doğmazsan, onu asla gerçekten elde edemezsin. Pek çok insan bunu kendisi için söyler ve bu söylemlerini çocuklarına da öğretir. Peki bunun gerçekte bir temeli var mı?
Aslında bu soruya bir cevap vermek için öncelikle “matematikçi” ile ne demek istediğimizi çözmemiz gerekiyor. Biyolog, canlıları inceleyen kişidir. Bir fizikçi hareket eden şeyleri inceler. Bir kimyager maddeleri inceler. Bir astronom, yıldızları ve gezegenleri inceler. Bir jeolog kayaları inceler. Bunların hepsi güzel, düzgün sınırları olan, iyi tanımlı alanlardır. Peki ya bir matematikçi?
Bir matematikçinin sayıları incelediğini söylemek bu soruya vereceğiniz bir yanıt olabilir, ancak matematikte içinde bir tek sayı bile bulamayacağınız bazı konular vardır. Peki tüm matematikçilerin ortak noktası nedir?
Çoğu insanın hemfikir olacağı cevap, tüm matematikçilerin belli kalıpları çalıştığı olacaktır. Matematikçiler her türden örüntüler ile ilgilenirler ve bu örüntüleri her yerde bulunur.
İşte bu nedenle tüm insanlar matematikçidir, matematik zekasına sahiptir. Çünkü insan beyni çevresindeki kalıpları algılamak için vardır. Beynin neredeyse her işlevini kalıplarla ilişkisi açısından tanımlayabilirsiniz. Anlama veya beceri olarak tanımladığımız şeylerin çoğu, kalıpları diğerlerinden daha etkili bir şekilde tanıma yeteneğidir.
Matematik temelde kalıpları aramak ve bulmakla ilgilenir. Matematik, sürat ile değil, dikkat ile düşünmekle ilgilidir. İyi sorular sormak ve gözlemler yapmak aynı derecede önemlidir.
Hepimiz Matematik Zekasına Sahip İsek, Neden Hala Çoğumuz Matematik Yapamıyoruz?
Deneyimli bir doktor, belirli bir semptomu gösteren hastasını bu nedenle kolayca tanır. Hayatının çoğunu yollarda geçirmiş bir taksi şoförü, mevcut konumu ve trafik koşullarını göz önüne alarak hedefe ulaşmak için en verimli yolu bu sayede bilir.
Üstelik sadece kalıpları fark etmekte iyi değiliz. Aynı zamanda biz insanlar kalıplar yaratmakta da başarılıyız. Müzisyenler, heykeltıraşlar, ressamlar, görüntü yönetmenleri – hepsi kalıplar yaratır. Aslında onlar bile bir nevi matematikçi sayılırlar. Peki o zaman sorun ne?
Bir matematikçiyi farkı kılan şey, kalıpları tanımlama yeteneği olsa da ayrıca yeni fikirler denemek için istekli olması ve bu yol boyunca ortaya çıkacak “başarısızlıklar” ile sabretmesi gereklidir.
Birçok matematik sınıfında öğretmenler, öğrencilerin kuralları ezberledikleri ve daha sonra bu kuralları benzer şekilde bir dizi probleme uyguladıkları dar kapsamlı bir “ders kitabı” yaklaşımı kullanır.
Bu yaklaşım, öğrencileri bir ders kitabından matematik problemleri çözmeye hazırlasa da, birçoğunun alışık olduklarından biraz daha farklı görünen problemlerden korkmalarına neden olur. Ayrıca bu yaklaşım bizim yazının başında aktardığımız doğal kalıpları tanıma güdümüz ile ilişkili değildir.
“Ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur…” der Albert Einstein. Matematik zekam var ya da yok fikri önyargılar ile beslenir. Ayrıca parlak “matematik insanı” efsanesi, matematikte başarılı olmayı umut eden birçok öğrenci için büyük bir engeldir.
Ebeveynler ve eğitimciler, tanıdıkları erkekler, tanıdıkları kadınlar, ünlü bilim insanları veya komşu çocuğu hakkında konuştuklarında “dahi” veya “yetenekli” gibi tanımların kullanımına dikkat etmelidir.
Bu terimlerin yalnızca kullanımı bile çocukların yeteneği sabit bir özellik olarak görmelerine neden olacak ve sonuçta kendilerini yeteneksizlikle ilişkilendirmelerine yol açacaktır.
Sonuçta dilimize, öğretim tekniğimize ve genel yaklaşım biçimimize dikkat ederek her çocuğun ya da her yetişkinin içindeki matematikçiyi keşfetmesine imkan sağlayabiliriz. Ayrıca unutmayın. Yetişkinler olarak aslında her gün matematik problemleri ile uğraşıyoruz.
Alışveriş yapmak, bütçe hesaplamak, yemek pişirmek ve akla gelen hemen her yerde matematik var. Bu nedenle matematik ile ilgili var olan sorunları çözmek, matematikte daha iyi ve daha hızlı olmak için asla geç kalmadık! İnanın bu çok zor değil. Matematik ile ilgili bir meslek yapın ya da yapmayın, matematik bilmek iyi hissettirir bunu unutmayın…