03.29.2024

Nurettin Topçu Kimdir?

Fikir adamı, ahlâk felsefecisi, yazar, filozof, muallim, Hareket dergisinin kurucusu Nurettin Topçu kimdir? Nurettin Topçu hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Nurettin Topçu hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları…

Nurettin Topçu, 1909 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Osman Nuri Topçu’dur. Nurettin Topçu’nun babası Topçuzâde Ahmet Efendi Erzurum’lu, annesi Fatma hanım ise Eğinli (Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin eski adı) ’dir. Topçu ailesi Topçuzâdeler diye tanınmaktadır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk yapmıştır, bu lâkap da oradan gelmektedir.

AVRUPA’DA EĞİTİM HAYATI

Nurettin Topçu, öğrenim hayatına altı yaşında Bezmiâlem Velide Sultan Mektebi’nin ana kısmında başladı. İlkokulu Büyük Reşid Paşa Numûne Mektebi’nde okudu. İlkokuldan sonra Vefa İdadisi’nde öğrenimini sürdüren Nurettin Topçu, birinci sınıfta iken babasını kaybetmiştir. Lise tahsilini İstanbul Lisesi’nin Edebiyet Bölümü’nde pekiyi derece ile tamamlamıştır. (1927-28) Mehmet Akif’in medeniyet telakkisini kavramış ve ilmini almak için Akif’in oğlu Asım’ı niçin Batı’ya göndermiş olduğunu idrak etmiş olan Nurettin Topçu, daha iyi bir eğitim alabilmek için Avrupa’da tahsil görmek gerektiğinin farkında olarak liseyi bitirdikten sonra kendi imkanlarıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu Avrupa imtihanlarına girmiş ve kazanmıştır. Fransa’nın Türkiye’deki liselerin denkliğini kabul etmemesinden dolayı Topçu buradaki eğitimine Paris’teki Bordeaux Lisesi’nde başlamıştır. İki sene sonra Strazbourg’a giden (1930) Topçu, burada üniversite tahsiline başlamış; psikoloji ve güzel sanatlar, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlak, ilk zaman sanat ve arkeolojisi dersleri almıştır. Strazbourg’da tamamladığı doktorasını 1934 yılında Sorbonne Ünivesitesi’nde vermiştir. Sorbonne Üniversitesi’nde okuyan ilk Türk öğrenci olmuştur. Çalışması Sorbone Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından yılın en başarılı doktora tezi seçilir.

Nurettin Topçu’nun Fransa’da aldığı lisans dersleri:

1. Ruhiyat ve bediiyat (Haziran 1930)

2. Umumî felsefe ve mantık (İkinci teşrin 1932)

3. Muasır sanat tarihi (İkinci teşrin 1932)

4. İçtimaiyat ve ahlâk (Haziran 1933)

5. İlk zaman sanat ve arkeolojisi (İkinci teşrin 1933)

Yazları İstanbul’a gelip gitmektedir. 1931’de ağabeyi Hayrettin Topçu’yu yanına alır. Topçu’nun Avrupa’daki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr. Adnan Adıvar’ın Türkçe dersi verdiği Masignon’a daha sonra bu dersi Topçu verecektir. Strazbourg’da doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon’a gider, doktorasını verir: “Conformisme et révolte”. Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez Paris’te kitap halinde yayınlanır (Paris 1934). 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığı’nca Ankara’da yapılır.

Öğretmenliği

Avrupa’dan döndükten sonra 1935 yılında Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmenliğine başladı. Topçu İzmir’de öğretmenliğinin henüz daha dördüncü yılında, Türk düşünce tarihinde önemli bir yeri olan “Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi”ni yayınlamaya başlar.(1939) Denizli’den sonra İstanbul’a tayin edilen Topçu, Haydarpaşa Lisesi, Vefa Lisesi, Robert Koleji, İstanbul İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Lisesi’nde öğretmen iken yaş haddinden emekli olmuştur. Nurettin Topçu, Bergson’dan hareketle hazırlamış olduğu Sezgiciliğin Değeri isimli çalışmasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doçent ünvanı almıştır.

Milletimizin son dönemde yetiştirmiş olduğu önemli fikir ve aksiyon adamlarından biri olan Nurettin Topçu’nun hayatını, sık sık idealize ettiği mesuliyet duygusunun yoğun baskısı altında Anadolu’da Türk Milletinin yeniden dirilişinin ilham kaynaklarını arayacak, münevver bir zümre meydana getirmeye çalışmıştır. Bu münevver kadroyla aklın saltanatını yönetimde, eğitimde, sanatta ve bilimde hâkim kılacak bir “Türk Rönesansı”nı gerçekleştirme çabası içerisinde olmuştur. Hayatı, bunun mücadelesi ile geçmiştir. Ahlâk alanında doktora yapmış olan Topçu, imanlı, ahlâklı debdebeden ve gösterişten uzak hayatı, doğru bildiğini söylemekten ve yaşamaktan çekinmeyen tavizsiz karakteri ile örnek bir şahsiyettir. Ömrünü her an büyük mahkemenin huzurundaymış gibi hesap vermeye hazır, hiçbir otoritenin etkisinde kalmaksızın milletinin meseleleriyle ve ahlâk dersi vermekle geçmiştir. Sınıfta,öğretmenler odasında, sokakta, camide, evde, konferans salonunda, kısacası hayatın her alanında ve her aşamasında… Kendisine maddenin ve servetin fethini değil, ruhların fethini gaye ettiği gibi, insanlara da onu hedef olarak göstermiştir. Felsefeden sanata, dinden ekonomiye ve eğitime kadar pek çok sahada kendine has tahlilleri, bakış açıları ve önerileri olan Topçu, hem Batı’yı çok iyi tahlil eden,gözlemleyen ve Batı düşüncesini bilen hem de ailesi ve muhiti dolayısıyla geleneksel yapı ve değerleri tanıyan, bilen ender düşünürlerden biridir. Birçok kaynaktan etkilenmiş olan Topçu’nun eserlerinde bu etkilerin izlerini görmek mümkündür.

DEVLET VE SİYASET FİKRİ

Topçu’nun devlet ve siyasete ilişkin fikirleri şahsiyet olarak insan ve millet üzerinden inşa edilmiş gibidir. Hegel’in, “Devlet ilâhî iradenin yeryüzünde gözükmesidir” cümlesini eserlerinde birkaç defa zikreden Topçu, “milletin şuuru, millet iradesinin gözüktüğü yer” diye nitelendirdiği devleti ferdiyetin yüce Allah’a ve sonsuzluğa doğru hareketinin bir durağı, bir menzili şeklinde telakki eder. Devleti meydana getiren üç temel öğe birlik halinde bir halk kütlesi, vatan toprağı ve idare edici iktidardır.

Dolayısıyla devlet tek başına varlık alanına çıkabilen ve anlamlı hale gelen müstakil, kendinden bir vâkıa, bir varlık değil ferdin ruhunda harekete başlayan, milleti oluşturan ve ilâhî iradeye kavuşmak için hamleler yapan iradenin fertten Allah’a götüren yoldaki bir durağıdır. İnsanın yükseliş çizgisi yukarıdan aşağıya, Allah’tan insana doğru hâkimiyet kavramı etrafında tezahür eder. Bu aynı zamanda bir siyasî kavram olan egemenlik fikrinin Allah’ta temerküz ettiğini ve oradan âleme, devlete, insana yayıldığını gösterir. Yükseliş çizgisi aşağıdan yukarıya, insandan Allah’a doğru itaat ve teslimiyet kavramları etrafında şekillenir.

Devleti inşa edecek ve taşıyacak temel kavramların ilki devlet varlığının esaslı unsuru olan otoritedir. Bu otorite yüce Allah’tan insan şahsiyetine doğru inen hâkimiyet ve irade kavramlarıyla irtibatlıdır (Büyük Fetih, s. 13-15; İradenin Davası, s. 46, 48). İkincisi merkeziyetçilik olup adalet ve mesuliyet prensipleri etrafında gelişerek bir hukuk ve ahlâk nizamının adı olmaktadır. Üçüncüsü halkın bütün ihtiyaçlarına uzanan, onları karşılamaya çalışan, mesuliyet iradesiyle birlikte kul hakkını merkeze alan hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır. Yalnız devletin otoritesi ve kuvveti milletin otoritesi ve kuvvetinden bağımsız değildir.

Otoritenin kurucusu devlet olmakla beraber olgunlaşması ve devamlılığı otorite iradesini milletten alması ile imkân dahiline girer. Bugün sivil toplum kuruluşları denen ve “devlete bağlı bulunmayan organizasyonlar” diye tarif edilen, Topçu’nun ise “sosyal teşkilât” dediği yapılar İslâm ve Selçuklu-Osmanlı tecrübesinde devletin içinde yer almaktadır. Vakıflar bunun örneğidir. Milletin siyasî iradesiyle devletin siyasî iradesi arasında Batı’da olduğu gibi bir otorite zıtlaşması, bir menfaat çatışması problemi yoktur. Sadece bir derecelenmeden bahsedilebilir. Halka dayanan, halk tarafından kontrol edilen, ancak halkın üstünde duran ve onun dileklerini Allah’ın iradesine bağlayan kuvvet en iyi hükümettir. Mesuliyet iradesini Allah’tan almayan ve halkın karşısında sorumluluk tanımayan bir idare haklı ve âdil bir milliyetçilik rejimi olamaz. Millet fertlerini Allah iradesine bağlayıp yaşatacak iktidar Hakk’ın hâkimiyeti ve halkın hükümetidir (a.g.e., s. 130).

Nurettin Topçu’nun sistematiğinde hürriyet ve eşitlik kavramları adalet ve mesuliyete göre ikinci derecede bir yere sahiptir. Çünkü hürriyet tabii değil sosyal bir hadisedir. Cemiyetin içinde bir anlam kazanan hürriyetin bir üst düzeye çıkabilmesi için insanda tabii olarak var olan hareket ve düşünce ile irtibatlanması gerekir. Bu durumda da hürriyet müstakil değil bağımlı bir kavram haline gelir.

Hürriyet, “hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan her istediğini yapabilmek” diye tanımlanırsa bu, insanlar için duyuların ve bedenin hürriyeti veya bir iradeye değil içgüdülere tâbi olan hayvanlar dünyasının hürriyeti olabilir. Burada bir şuur aranmadığı gibi ideal olarak da gösterilemez. İnançsızlık ve liberal eğilimlerin ortaya çıkardığı hürriyet kavramı bir hile değilse anarşiden başka bir şey olamaz.

Denizli’de Said-i Nursî İle Tanışması

Nurettin Topçu, Denizli’ye atandığı sırada Bediüzzaman Said-i Nursî ile tanışır ve onunla sohbet etme imkânı elde eder.

Nurettin Topçu, Denizli’ye geldiği ilk andan itibaren şehirde görüştüğü tanıştığı her kişinin ağzından Bediüzzaman Said Nursî’nin ismini duyunca “Bu zat kimdir?” diye meraklanır. O sıralar Ödemiş’te savcı olan Muslihiddin Sönmez ve ablası Seher Sönmez’e misafir gittiği bir gün Bediüzzaman’la ilgili detaylı bilgiler alır. Nurettin Topçu, Denizli’ye geldiği zaman Bediüzzaman ve talebelerinin mahkemesi beraatla sonuçlanmış, tutuklu talebeleri evlerine dönmüştü. Bediüzzaman Hazretleri şehir otelinin üst katında bir odaya yerleştirilmiş yeni gelecek sürgün kararını bekliyordu. Bu arada yanına gidip gelen ziyaretçiler sıkı takip edilerek tesbitleri yapılıyordu. Görünmeden ziyaretine gidenler ise çok az bir süre yanında kalabiliyordu. Nurettin Topçu, bir akşam Bediüzzaman Hazretleri’ni görebilmek için bir fırsat kollamaya başladı. Polislerin akşam yemeğine çıktığı bir vakit merdivenlerden hızlı adımlarla Bediüzzaman Hazretleri’nin olduğu kata gelir ve oda kapısını çalarak içeri girer. Yaklaşık yarım saat gibi bir süre ziyaretinde kalır. Bu süre içinde din, iman, ahlâk, gençlik ve cemiyet meseleleri ile ilgili konuşmalar yapılır. Bediüzzaman Hazretleri Nurettin Topçu’ya, mahkeme ve cezaevi sürecinden, bilirkişilerin taraflı ve ehliyetsiz kişiler olduğundan söz ederken konuşmanın ortasında “Ben onları affettim.” demesi Nurettin Topçu’da şok etkisi yapar. “Bu nasıl olur?” der kendi kendine. İdamına sebep olabilecek kişileri affetmesini bir türlü zihnine sığıştıramaz. Sonunda “Bu, büyük bir fazilettir!” diyerek hayretini gizleyemez.

Nurettin Topçu, yine bir gün Bediüzzaman Hazretleri’ni ziyaret eder. Odasının penceresinden dışarıya bakan Bediüzzaman Denizli’de bir zamanlar 62 medresenin bulunduğunu, bunların hepsinin kapatıldığını üzülerek anlatır. “Bu sebepten ben muallimlere dargınım.” der. Kısa bir zaman sonra garson odaya akşam yemeği için mükellef bir sofra getirir. Bediüzzaman Hazretleri yemeği getiren garsona yemeği iade ederek: “Bunu fukaralara götür” diyerek yanında bulundurduğu zeytinleri ekmeği ile yer. Yarım saatlik bir ziyaret sonrası Nurettin Topçu etkilenerek odadan ayrılır.

Bir gün Nurettin Topçu Denizli’nin Güvençli Köyü adında yakın bir dostlarının köyüne gider. Akşam köylüler onu bir eve misafirliğe çağırırlar. Gittiği evde misafirler dama çıkar, yere serili minderlerin üstüne otururlar ve lüküs ışığını yakarlar. Kısa bir sohbetten sonra Nurettin Topçu o günlerde Bediüzzaman Hazretleri’nin yeni çıkan bir Risalesini cebinden çıkarır ve köylülere tam okuyacakken bir köylü daha önce davranıp başka bir Risaleyi okuyunca hayret içerisinde kalır. Daha sonraki günlerde buradaki her evde ve çevredeki köylerde Risale yazıldığını öğrenir. Ayrıca on binlerce sahife Risalenin yazılarak çoğaltıldığını duyar. Risaleleri yazan her kişide büyük bir heyecan, istek ve tatlı bir sevinç olduğunu görür. Nurettin Topçu, Güvençli Köyü’nde bir ay kadar kalır. Döndüğünde Bediüzzaman Hazretleri Denizli’den ayrılmıştı. Daha sonra Müslihiddin Sönmez onu Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Hasan Feyzi ile tanıştırır. Öğretmen olan Hasan Feyzi’nin, Nurettin Topçu ile çeşitli konularda görüşmeleri olur. Nurettin Topçu, Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili “Sabrı, inzivası, şükrü bambaşkadır; para nedir bilmez, dünya gözüne görünmezdi. Böyle zatlara pratik bir maksat gözeterek gitmek onları rahatsız eder. Ruh ve gönül sultanlarına dünyevî basit çıkarlar için müracaat etmek cinayettir, müthiş bir haksızlık ve anlayışsızlıktır” derdi.

Vefatı

1975 Nisanı’nda hastalanan Üstad’a hastalığına teşhisi koyulmada güçlük çekilir. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli olur. 10 Temmuz 1975’te vefat eden Nureddin TOPÇU, Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Topkapı’daki Kozlu Kabristanı’na defnedildi.

Nurettin Topçu Kitapları – Eserleri

  • Var Olmak
  • Ahlak Nizamı
  • İslam ve İnsan – Mevlana ve Tasavvuf
  • İsyan Ahlakı
  • Taşralı
  • Ahlak
  • Amerikan Mektupları / Düşünen Adam Aranızda
  • Bergson
  • Türkiye’nin Maarif Davası
  • Büyük Fetih
  • Mehmet Akif
  • Yarınki Türkiye
  • Kültür ve Medeniyet
  • Millet Mistikleri
  • Felsefe
  • Mantık
  • Psikoloji
  • Sosyoloji
  • Reha
  • İradenin Davası / Devlet ve Demokrasi
  • Varoluş Felsefesi – Hareket Felsefesi
  • Milliyetçiliğimizin Esasları
  • Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü
  • Mevlana Ve Tasavvuf
  • Devlet ve Demokrasi

Nurettin Topçu Alıntıları ve Bazı Sözleri

  • “Kötülük bir bilgisizliktir, hiç kimse bilerek kötülük etmez.” (İsyan Ahlakı)
  • Yorgundum; varlıktan sıyrılan bir sonsuzlukta sanki binlerce yıl dinlenmeye muhtacım. (Taşralı)
  • İnsanlık kadar eski olduğu halde, insanların pek azına nasip olan bu nesne aşktır… (Mehmet Akif)
  • Kendi tarihlerini tanımayan ve inkâr eden milletler için, yıkılıp yok olma tehlikesi vardır. (Ahlak)
  • Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum? (Mehmet Akif)
  • Herkes bir medenî yaşayışa sahip olduğu halde, herkes kültürlü değildir. (Sosyoloji)
  • Kendimden başkasına bağlanmak istemiyorum (Varoluş Felsefesi – Hareket Felsefesi)
  • Tarih kronolojiden ibaret değildir; olayları zaman sırasına koyarak nakletmekle yetinmez. Onları doğurmuş olan sebepleri araştırır; tenkit süzgecinden geçirilen olaylar arasında sebep-sonuç bağıntılarını meydana çıkarır. (Mantık)
  • Hamal eşyanızı eve getirdikten sonra çok yorulduğunu söyleyerek pazarlıktan fazlasını koparmak için kapınızda bağırıp çağırmaya koyulur. Ev sahibi hava parası dilenir, kiracı, kirayı ödememek için kırk dereden su getirir. Ve her yerde, her adım başında, meyhanede veya mabed kapısında o klâsik tavırlı, mel’un endamlı profesyonel dilenciler el açıp yalvarırlar: “Allah rizası için!” Allah’ın dilenciliği en çok levm ettiği bir dinin halkı ne kadar da dilencilere düşkün, bunlar ne kadar da hürmetsizce dileniyorlar! (Amerikan Mektupları / Düşünen Adam Aranızda)
  • Milliyet, en kısa ifadesiyle tarih ve toprak şuûrudur. (Mehmet Akif)
  • … Allah bir fikir değildir ki, ispat edilsin.” O kendisine bağlanılarak yaşanan bir varlıktır.” (Varoluş Felsefesi – Hareket Felsefesi)
  • “İnsan için bütün bir ömür kendini aramaktan başka bir şey değilse, acaba sonunda aradığımızı buluyor muyuz? (Millet Mistikleri)