11.14.2024

Paris’te gazetecilik de bir başkadır

Yıldıray Oğur yazdı…

“Paris / Nanterre banliyösü… 17 yaşındaki Mağripli Nahel dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis kurşunuyla katledildi. Fransa’da olaylar giderek büyüyor. Şehirler yanıyor, polis sokaklarda. TRTHaber her zamanki gibi olay yerinde.”

TRT’nin Belçika muhabiri günlerdir Paris sokaklarından bildiriyor.

Başında savaş bölgelerinde takılan kaskı, bütün şiddet olaylarının peşinde koşuyor.

Fransa’yı eleştiriyor, ırkçılıktan, göçmen karşıtlığından bahsediyor.

Sık sık da Batı dünyasının çifte standartlarından dem vuruyor:

“Bir konunun altını çizmekte fayda var. Güneşin doğup battığı (Batılı olmayan ülkelerle ilgili tabi ki) ülkelerdeki her olay için açıklama yayınlayan Avrupa Birliği ve AGİT’ten Fransa’da yaşanan derin ırkçılık ve devamındaki isyan ateşine yönelik tabi ki hiçbir açıklama gelmedi.”

Ama Batı’nın çifte standardını teşhir etmeye çalışırken teşhir ettiği çifte standartın farkında bile değil.

Neredeyse anayasal toplantı gösteri yürüyüşü hakkını bile lağvetmiş bir devletin resmi kanalı başka bir ülkedeki protesto gösterilerini özgürce izlemek için sahada.

Ama 1993’den beri her cumartesi yakınlarının akıbeti için gösteri yapabilmiş Cumartesi Anneleri’nin bile artık her cumartesi gözaltılara biten ve iki akbil basarak gidilebilen gösterisi için sahada değil.

Çünkü Paris’ten canlı yayınların sebebi “TRT Haber’in her zamanki gibi olay yerinde” olması değil.

Hala haber için Paris’e muhabir gönderebilecek kadar bütçesi olan iktidara yakın medya kuruluşlarından kalabalık bir gazeteci grubunun günlerdir Fransa’dan bildirme heyecanının sebebi de ‘gazetecilik aşkı’ değil

Basit bir rövanş arzusu, ‘düşmanı’nı, senden daha gelişmiş bir ülkeyi zor durumda görme zevkini yaşamak ve yaşatmak, Batı ile olan karmaşık aşk-nefret, eziklik-kibir duygularını tatmin bu.

Yoksa, Türkiye’de 1000 kişi bir yerde eylem yapsa “kaos planı” haberleri yapacak, arkasında dış güçleri arayacak, hele birileri mala, mülke saldırıp yakıp yıksa “çapulcular, vandallar, devlet düşmanları, vatan hainleri” diye manşetler atacak, polis çapulcuların kolunu bacağını kırsa alkış tutacak medyanın protesto hakkının kutsallığı için Paris’te olduğunu zaten herhalde kimse beş saniye bile düşünmemiştir.

Mesele tabii ki ırkçılık karşıtlığı falan da değil.

Türkiye’de Suriyeliler, polisin öldürdüğü bir Suriyeli genç için sokakları yakıp yıksa, polisle birlikte vatandaşlar hatta gazeteciler bile sürek avına çıkar, yakalanan Suriyelilerden hayatta kalabilenler soluğu İdlip’te alırdı. Kimsenin de aklına olayın sosyal ve tarihsel arka planını konuşmak gelmezdi.

Ama Paris’te aşk gibi özgür gazetecilik de bir başka yaşanıyor.

Türkiye’de yerli araba övmekten iflahı kesilen gazeteciler, Paris’te yanan arabaların yanında gurur pozları çektiriyor, Türkiye’de Twitter’da “halkı kin ve nefrete tahrik” diye sanatçı tutuklatan, Cumhurbaşkanı’nı eleştirdi diye şarkıcı cancellayanlar, Fransa’da Macron’u yerden yere vurmanın, Paris’in “savaş alanı gibi olduğunu” söylemenin, polisi eleştirmenin keyfini çıkarıyorlar.

Aslında gerçek bir tatil bu.

Birkaç günlüğüne de olsa ülkeden uzaklaşıp Paris’te muhalifliğin, ifade hürriyetinin, gazeteciliğin, protesto hakkının keyfini çıkarıyorsun.

Ne de olsa Paris’te Fransız polisini eleştirmek, protestocuları tutmak, “iç savaş”, “savaş gibi”, “turistler şehri terk ediyor” demek, Fransa’nın sömürgeci geçmişinden girip, Fransızların kibrinden, Macron’un ırkçılığından çıkmak serbest.

Bir sivil polisin koluna girip, seni merkeze çekmeyeceğini, ertesi gün Fransız gazetelerinde hakkında Fransa’yı karıştırmaya gelmiş gazeteci kılığındaki Türk ajan diye haberler çıkmayacağını, mesleğini yaptığın için gözaltı alınmayacağını ve kimsenin aklına seni Türkiye’ye deport etmenin gelmeceğini gayet iyi biliyorsun.

Bunları bilmek ne büyük konfor ve güvence.

Üstelik “Paris yanıyor”, “burası savaş bölgesi gibi” dedikten, savaş muhabiri kaskınla, “press” yazılı havalı kol bandınla haberini geçtikten kısa bir süre sonra şık bir cafe’de kahveni bile yudumlayabilirsin.

Bunu yaparken Paris’in yanmasından, Fransa’nın karışmasından duyduğun memnuniyeti saklamana bile gerek yok.

Zaten tam da izleyicilerin beklediği bu muzaffer sevinç hissi.

Biraz “Onlar bizim ülkemizdeki gösterileri böyle verdi, şimdi sıra bizde” tatmini, bir miktar “neredesin ey demokrasi havarisi Batı” seslenmesi…
Hepsi bu kadar.

Nahel’in kim olduğunu falan karıştırmaya bile gerek yok.

Çünkü Nahel bahane, bu derin ve tarihsel tatmin hislerini yaşamak için yanan Paris’te olmak şahane.

O yüzden aynı günlerde Batı Şeria’daki Cenin mülteci kampına İsrail ordusunun son 20 yılın en büyük operasyonunu düzenlerken, en az 10 Filistinli öldürülmüşken olay yerine gitme imkanı olan iktidara yakın medya tercihini Paris’ten yana kullandı.

Filistinli kardeşlerimize desteğin bu aralar fazla müşterisi yok.

Ne de olsa dünkü Kabine toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da Paris’teki olaylar hakkında konuştu ama ilişkilerin düzeldiği İsrail’in ölümcül büyük operasyonuyla ilgili bir şey söylemedi.

Fransa için de şöyle dedi:

“Fransa’da başlayarak yayılan olayların kökeninde sömürgeci zihniyetin inşa ettiği sosyal mimari vardır. Fransa’daki sosyal patlamadan otoritelerin ders çıkarmaları gerekir, bize hak hukuk dersi verenlerin bugün derin bir sessizliğe bürünmesi manidardır.”

Fransa’daki şiddetli sokak olayları sosyolojik analizi, Fransa’daki göstericiler anlaşılmayı, gösterilerden Fransız otoriteleri ders çıkarmayı hak ediyor.

Onlar sokağa çıktıklarında kaos planının aktörü, dış güçlerin maşası, çapulcu, vandal ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil ne de olsa.

Halbuki Fransa’da Macron’dan medyaya konuyla ilgili ağzını açan herkes olaylardan ders çıkarmaktan bahsediyor, şiddete hayır ama göstericilerin mesajı anlaşılmalı diyor.

Fransız gazeteciler de sokaklarda vandal, çapulcu avlayan polis goygoylamıyor. Nahel’i öldüren polis de gözaltında, hatta özür bile diledi.

Yani bize hak ve hukuk dersi verenler ders vermeye devam ediyorlar aslında.

“Demokrasi havarisi Batı” tam orada seninle birlikte. Senin Türkiye’den gelip Fransa’yı özgürce çamura batırıp çıkarmana izin vermek işte o havarilik.

Rahatça Türk bir gazeteci olarak vizeni alıp Fransa’ya gidebilir Fransız polisini eleştirip, ortalığı yakıp yıkan göstericileri tutabilirsin.

Ta ki canlı yayında “yine Paris bu gece de karışacak” haberi yaparken, bir polis yanına kadar gelip “Kenara çekil” diyene kadar.

Üstelik bunu Türkçe söyledi.

Zaten eğer Fransızca söyleseydi, “demokrasinin ve özgürlüğün beşiği olduğunu iddia eden Fransa’da Türk gazeteciye polis müdahalesi” diye yeni bir “ikiyüzlü Batılılar” tiradı duyardık.

Ama Türkçe söyleyince, yani Fransız polis Ankara Balalı çıkınca bir anda “etrafımızda gezerek güvenliğimizi sağlamaya çalışan kahraman Türk polisi” moduna geri dönüldü.

Az önce göstericilerin yanında olan muhabir anında saf değiştirip, polislerin tarafına geçti.

Hatta anlaşılan Paris’teki Türk polisler, Türk gazetecileri merkezlerinde de misafir etmişler.

Bu yakınlaşma biraz daha devam ederse “Paris’te Türk polisine taş atan Arap çapulcular” diye haberler bile görebiliriz

Tabii bu sürpriz karşılaşma bile Fransa’ya ırkçı, mülteci düşmanı derken bir durup düşünmeye vesile olmuyor.

Halbuki olayın kendisi “benim üzerimde biraz düşünsene” diye bağırıyor:

Paris’te Türk kökenli Fransız polis, polis şiddetine karşı sokaklara çıkan Mağripli Müslüman gençlere karşı…

Bu arada Türk gazetecilerin sosyal medyada 30 saniye takdir görmek uğruna sorduğu YPG’li alakasız sorularına bile “bu benim konum değil” diyerek nezaketle cevap veren Paris belediye başkan yardımcısı da Martinikli.

Irkçı, mülteci düşmanı çiftestandartlı Fransızlar kuyusu içine atılan eski belediye başkan yardımcısı Fransa’nın sömürgesinden geliyor, yıllarca sömürgecilik, ırkçılık karşıtı mücadele vermiş eski bir gazeteci, sosyalist bir siyasetçi.

En son “ırkçılık tartışılırken beyazlar susmalı” demiş birini ırkçı, çifte standartlı ilan etmek herkese nasip olmaz.

Bunun için ismet sıfatına sahip bir milletin mensubu, hep tek standartlı bir devletin vatandaşı olmak gerekirdi.

Paris yanarken aynı sıralarda ise Türkiye’de komşular arası kavgadan sonra binlerce kişi Dilovası’nda “ülkemde Suriyeli istemiyorum” diye yürüyüşe geçiyor, faturanın çıkarıldığı 10 Suriyeli deport ediliyor, İzmir’de Arapça tabelalar indiriliyordu.

Neyse ki bunlara tepki gösteren Suriyeliler geceleri araba yakıp, karakol taşlamadı.

O zaman görürdük ırkçılığı, çifte standardı, gösteri hakkını, özgür gazeteciliği…

Çok fazla bunların üzerinde düşünüp, kafa karıştırmaya gerek yok.

Kahrolsun ırkçı, iki yüzlü, çifte standartlı çökmekte olan Batı.

Benim ülkemin insanını Fransız polisi olarak görmek bile ne güzel…