İlk günlerinden beri Suudi Arabistan, dini referans alan ve ciddi bir şekilde muhafazakar olan bir ülke olagelmiştir. Ülkenin temelleri 18’inci yüzyıl başlarında kalem ve kılıç ittifakı tarafından atılmıştır. İlk Suudi Devleti olarak bilinen Diriye Emirliği 1727 yılında aşiret lideri Muhammed bin Suud tarafından atılmıştır. 1744 yılında o ve dini lider Muhammed bin Abdulvahhab, bir ıslah hareketini gerçek bir devlete dönüştürmek için ittifak etmiştir.
Dini referans alan bir devlet
Suudi Arabistan, kalem ve kılıç ittifakını temel olarak almıştır. İslam dini daima krallıkta mühim bir rol oynamıştır. İslam hayat tarzını, düşünce şekillerini, hukuku, eğitimi ve tüm diğer sahaları şekillendirmiştir. Aynı zamanda Suudi Arabistan “İslami” bir krallık olarak durduğu pozisyonu, bölgesel ve küresel üstünlük elde etmek için kullanmıştır. Güçleri ve İslami pozisyonları onlara Orta Doğu’da, bilhassa Körfez ülkeleri arasında bir tür otorite sağlamıştır.
Bazı çevrelerce Suudi Arabistan Sünni İslam dünyasının temsilcisi addedilmiştir. Ancak imajları halihazırda, Batılı ülkelerle olan ittifakları sebebiyle zedelenmiştir. Bu imaj 1980’lerin ardından ve nihayet 1990’ların başında bozulmaya devam etmiştir. ABD’nin İslam dünyasındaki savaşı sürerken, İslami hareketlerin de Suudi Arabistan’ın duruşuna karşı eleştirileri artmıştır.
1990 yılında Suudi Arabistan, Amerikan birliklerini Arap Yarımadası’na davet etmiş ve 11 Eylül’ün ardından Krallık, sözde “teröristlere” karşı Amerika’nın tarafını seçmiştir. Şüphesiz bu, genel olarak “İslami” imajlarını daha da zedelemiştir. Ancak gelişmeleri pek fazla takip etmeyen Müslüman halklar nezdinde Suudi Arabistan, imajını genel olarak korumuştur.
Ta ki yeni Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a kadar…
Bin Selman’ın kariyerindeki ani yükseliş 2009 yılında başlamıştı. 2015 yılında Bin Selman Savunma Bakanı ve Veliaht Prens Vekili olmuştu. Ancak kariyerinin en önemli yılı 2017 olacaktı.
En büyük rakibi, amcasının oğlu ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi olan Muhammed bin Nayif’ti. Bin Nayif, “Teröre Karşı Savaş”ta ABD’nin en büyük müttefiklerinden biriydi. Ancak 2017 yılında bu rolü, Bin Selman’ın “Batılıların yeni adamı” olarak belirlenmesiyle son bulacaktı. Henry Alfred Kissinger’ın meşhur sözünü bir kez daha hatırlayalım: “Amerika’nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir, fakat Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür.”
Uzun süreli ancak ölümcül dostluğun ardından, Bin Nayif’in rolü sona erdi. Bu andan itibaren Bin Selman’ın saltanatı başladı. Bin Nayif’i görevden uzaklaştırdı ve Veliaht Prens oldu, bunun ardından tarihi bir “temizlik harekatı” başladı.
Yıllar boyunca, özellikle 2000’lerin başlarından itibaren, Suudi Arabistan’daki İslami muhalefet sürekli olarak güvenlik ve istihbarat teşkilatlarınca hedef alınmıştı. Fakat, 2017 yılının ardından bu hedef almalar alışılmadık bir hal aldı. Alimler, akademisyenler, davetçiler ve vaizler, düzmece suçlamalarla hapsedildi. Ülkede, yöneticileri eleştirenlerin hapsedilmesi alışılmış bir şeydi. Ancak bu sefer, kanaat önderleri ve Müslüman şahıslar sadece Bin Selman’ın reform girişimleriyle aynı fikirde olmadıkları için uzun hapis cezalarına çarptırılıyordu.
Peki bu reformlar neydi?
Laik bir diktatörlüğe
Bin Selman’ın reformlarının ana gayesi, Suudi Krallığının görünen yüzünü değiştirmekti. Daha önce belirttiğim üzere, Suudi Arabistan her zaman, yabancılar tarafından katı ve kapalı bir topluma sahip olarak görülen, İslami ve muhafazakar bir ülke olagelmiştir. Bin Selman bu imajı değiştirmeye ve “kalem ile kılıç ittifakı” mefhumunu ortadan kaldırmaya çalışmakta. Son adım, kuruluş tarihini 1727 senesi olacak şekilde değiştirmek oldu. Bu adımla Bin Selman, Suudi Arabistan’ın kuruluşunda din adamlarının ve İslam dininin rolünü önemsiz gibi göstermeye ve dini lider Muhammed bin Abdulvahhab’ı krallığın tarihinden silmeye çalışıyor.
Bin Selman, Haremlik selamlık ve tesettür gibi İslami mefhumları gevşetti. Ülkede sayısız müzik festivali organize edildi ve meşhur müzisyenler ülkeye davet edildi.
Peki ya siyasi ve idari alanda reformlar oldu mu? Elbette hayır. Suudi Arabistan, muhalefetin yasaklı olduğu katı bir monarşi olmayı sürdürüyor. Bu imajıyla tıpkı bölgedeki diğer ülkeler gibi görünüyor, Sisi’nin Mısır’ı ve Said’in Tunus’u gibi.
Bin Selman’ın yaptığı şey Suudi Arabistan’ın katı imajını değiştirmek değil. Bundan ziyade o, İslam’ı siyasetten ve hatta sosyal hayattan dahi silmeye çalışıyor. Ancak, Cemal Kaşıkçı olayında da gördüğümüz gibi, muhalefete taviz vererek uzlaşmaya da niyeti yok.
Bu hamlelerle beraber, Suudi Arabistan Krallığı, tıpkı Batılı ülkelerin bölgede görmek istediği şekilde, laik bir diktatörlüğe dönüşecek. Cemal Abdunnasır’dan Enver Sedat’a, Saddam Hüseyin’den Abdulfettah es Sisi’ye şahit olduğumuz şey bu. Suudi Arabistan toplumunun değiştirilmesiyle, artık bazı muhafazakar Müslümanlar (UBL ve adamları gibi) ortaya çıkıp da Batılıları rahatsız edemeyecek.
Orta Doğu daima şaşırtıcı olagelmiştir. Dini referans alan bir krallığın laik bir diktatörlüğe dönüşmesi de bu gerçeğin bir kanıtıdır.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.