Yunanistan’da en az 78 kişinin hayatını kaybettiği ve yüzlerce kişinin kaybolduğu tekne faciasıyla ilgili kurtulan mültecilerin anlattıkları ile Yunan sahil güvenliğinin açıklamaları çelişiyor. İnsan hakları örgütleri ise bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulunuyor.
14 Haziran’da Yunanistan’ın güneyindeki şehrin açıklarında 700’den fazla göçmeni taşıyan teknenin alabora olmasının ardından, birçok Avrupa ülkesinden yüzlerce kişi, aile üyelerini ve arkadaşlarını aramak için bölgeye geldi. Arama-kurtarma çalışmaları hâlâ devam etse de sağ kalan kazazedelere ulaşma umudu gitgide azalıyor.
DW Türkçe’de yer alan habere göre, liman idaresinin yanındaki bir kafede oturan kırk yaşlarında Suriyeli bir adam, çantasından kâğıtlar çıkarıyor. Hafif Bavyera aksanıyla konuşan adam, uzun yıllardır Almanya’da yaşadığını söylüyor. İsminin yayınlanmasını istemiyor.
Elinde 16 yaşındaki yeğeninin kimlik fotokopisini tutuyor:
“En son üç hafta önce görüştük. Gemide olduğunu Facebook aracılığıyla öğrendim” diyor. Her gün liman idaresine gidip yeğeni ve onunla seyahat eden arkadaşı hakkında yeni bir gelişme olup olmadığını soruyor. Ancak ne hayatta kalan 104 kişiden bazılarının tedavi gördüğü hastanenin ne de Atina yakınlarındaki mülteci kampına nakledilenlerin listesinde bu ikilinin isimleri yer alıyor. “Hastanede bana herhangi bir bilgi vermediler. Gerekçe olarak da kişisel verilerin korunma zorunluluğunu gösterdiler” diyor.
‘DNA ÖRNEKLERİ ALINMAYA ÇALIŞILIYOR’
Sahil güvenlik ekipleri, denizden şu ana kadar 80’den fazla mültecinin cesedini çıkardı. Şimdi kimliklerinin tespit edilmesi gerekiyor. Yunan makamları, kazazedelerin yakınlarından DNA örnekleri alarak sonuca ulaşmaya çalışıyor.
Liman idaresinin yanındaki kafede oturan adam, yeğeninin ölenler arasında olup olmadığını henüz kesin olarak bilmiyor. Suriye’nin artık Batı medyasının haberlerinde pek yer almamasına rağmen, oradaki durumun ciddiyetini koruduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu kadar çok insan ölüyor ama tüm dünya sadece seyrediyor.”
‘KAZADAN KURTULANLAR BASKI ALTINA ALINMIŞ OLABİLİR’
Birkaç gün önce sosyal medyada dolaşan ve tel örgülerden Pakistanlı iki adamın Yunan sahil güvenliğine yönelik ciddi suçlamalarda bulunduğunu gösteren bir videonun ardından, kazadan kurtulanların da baskı altına alınmış olabileceği akıllara geliyor. DW’nin bir çevirmen yardımıyla telefonla ulaştığı Suriyeli bir kazazede, iki Pakistanlının anlattıklarını doğruluyor: “Başka bir gemi tarafından çekildik ve sonra alabora olduk.”
Yunan sahil güvenliği ise bu ve benzeri suçlamaları reddediyor. Amaçlarının sadece yardım etmek olduğunu ve tekneyi bir halatla sabitlemeye çalıştıkları esnada gemidekilerin, halatı suya attıklarını savunuyor. Sahil güvenlikten sorumlu olan Deniz Kuvvetleri Bakanlığı, DW’nin röportaj talebini reddederek olayla ilgili basın açıklamalarına atıfta bulundu.
‘KAZADAN ÖNCEKİ YEDİ SAAT BOYUNCA HAREKET ETMEDİ’
İngiliz yayın kurumu BBC’nin tekne faciasıyla ilgili yayınladığı bir haber, soru işaretlerini daha da artırdı. Gemilerin hareketlerini takip eden bir internet sitesindeki verileri kullanan gazeteciler, kaçak göçmenleri taşıyan teknenin, kazadan önceki yedi saat boyunca neredeyse hiç hareket etmediği sonucuna vardı.
Yunan sahil güvenliği, göçmenleri taşıyan tekneleri kasıtlı olarak manevra yapamaz hale getirmekle ve bunu defalarca tekrarlamakla suçlanıyor. Bu vakaların birçoğu, videolar da dahil olmak üzere çeşitli yöntemlerle belgelenmesine rağmen Atina yönetimi, son facia ile ilgili süreçte de yürürlükteki yasalara bağlı kalındığında ısrar ediyor.
Yunan savcılığının bu konuda bir soruşturma başlatmış olması, Sınır Şiddetini İzleme Ağı’ndan Chloe Powers için yeterli değil. Zira Atina’nın daha önce yürüttüğü benzer soruşturmaların tümü, Yunan sahil güvenliğinin lehine sonuçlandı.
‘CAYDIRICILIK POLİTİKASININ BİR SONUCU’
Powers ayrıca, son vakanın aydınlatılması konusunda Yunan hükümetin ilgi ve gayretinin yeterli olmadığını düşünüyor. Facianın, esasen AB’nin sığınmacılara yönelik caydırıcılık politikasının bir sonucu olduğunu belirten Powers, “Daha fazla şeffaflık oluşturmak, temel hakları korumak ve sistematik sınır şiddetine karşı harekete geçmek için, sivil toplum aktörlerinin de katılımını içeren bağımsız kontrol mekanizmalarına ihtiyaç var. AB içindeki devlet kurumlarının, insan hakları ihlallerine ne ölçüde karıştığını şeffaf bir şekilde araştırmanın tek yolu budur” diyor.