11.14.2024

Uluslararası ekonomi nasıl ve neden dönüşüyor?

Uluslararası kuruluşların işlevsiz kalması, kural bazlı uluslararası ticareti zorluyor. İklim değişikliği, dijitalleşme ve jeopolitik gelişmelerin baskısı da üstüne ekleniyor. Uluslararası özel sektör, bunlarla baş edebilmek ne yapıyor? Davos’ta bu konuda verilen mesajlar neydi?

Dünya son yıllarda birbiri ardına krizleri yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Pandemi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, sübvansiyon dalgası, korumacı politikalar, Çin’in istikameti, gübre ve enerji arzındaki kesintiler, küresel enflasyonun dönüşü, gıda güvenliği krizi ve çip krizleri… Liste uzadıkça uzuyor.

Uluslararası ilişkiler alanı ise giderek militarize olurken, savunma sanayii yatırımları stratejik konumlanmanın ana odağı haline geldi.

Almanya ve Japonya ilk kez Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi hazırladılar ve savunma harcamalarını %2’yi geçecek şekilde planlamaya başladılar. Ticaret ve yatırım konjonktürü de bu kapsamda güvenlikleştiriliyor.

Tüm bunlar yaşanırken, gelişen ülkeler ekseriyetle Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlara dahil olmayı tercih etmiyor veya Çin’i rahatsız edecek bir dış politika benimsemiyor.

Çok kutupluluk ve karmaşıklık iklimi yeni norm haline gelirken, tarihsel revizyonizm modeli birçok ülkenin dış politika ideolojisine eklemlendi.

Uluslararası kuruluşların işlevsizliği ise kural bazlı ticareti tahrip etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 100 trilyon dolar büyüklüğe ulaşan küresel ekonomi ise refahının temelini oluşturan hidrokarbondan mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışıyor. Bu süreçte temiz enerjinin hammaddeleri kobalt, lityum, bakır ve nadir elementler daha değerli hale gelirken, hidrojen ve amonyak gibi yakıtların özellikle demir-çelik gibi enerji yoğun sektörlerde kullanımı karbonsuzlaşma sürecinin anahtar çözümleri olarak gösteriliyor. Enerji-jeopolitika ilişkisi hem farklılaşıyor hem derinleşiyor.

Bununla birlikte, eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin 2012 yılında “ne pahasına olursa olsun” ifadesiyle belirlenen ve pandemide yeniden ortaya çıkan parasal genişleme devri ise artık tüm dünyada kapandı.

Global enflasyon 2023’ün ana gündemi olmaya devam ediyor, düşük faiz oranları dönemi sona eriyor ve parasal sıkılaştırma azalan hızda sürüyor. Bu süreç içerisinde küresel jeopolitikte tam anlamıyla depresyon yılları başladı. Öyle ki Fransız yazar Emmanuel Todd, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Le Figaro mülakatında bu durumu daha da ileriye götürerek üçüncü dünya savaşının başladığını öne sürdü.

Küreselleşme 4.0

Bildiğimiz anlamıyla küreselleşmenin sonuna geldik.

Son 30 yıldır oluşan toplumsal sözleşme yeniden yapılanmaya muhtaç. Nitekim neo-liberal uygulamalar sonucu olarak sermaye ve işgücü arasında gelişen asimetrik refah dağılımı, dünyanın her yerinde yükselen popülizm ve milliyetçilik dalgasına önemli bir meşruiyet zemini sağladı. Sosyal medyanın yaygınlaşması ve “post-truth” akım bu dalgaya istediği araçları temin etti.

Avrupa’da geleneksel siyasi partiler ise adaptasyon fırsatını kaçırdı ve kendilerini siyasi elitlerin dışında kimliklendiren hareketler bu boşluğu doldurdu.

Neoliberal küreselleşme sürecinden de Çin ve çok uluslu şirketler galip çıktı. Öyle ki, sadece Apple 2,3 trilyon dolar büyüklüğündeki piyasa değeriyle 180’den fazla ülkenin GSYH’sini geride bırakmış durumda.

Pandemide yakından tanık olduğumuz ihracatı kısıtlayıcı önlemler, Rusya ve İran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar -ve yaptırım sopası üzerinden gelişen tehditler-, ABD-Çin teknolojik rekabeti, yabancı firmaların pazara girişinde uygulanan önlemler, bölgesel siyasi anlaşmalar ve bunun yanı sıra eşitsizlikler, iklim, özgürlükler gibi başlıklardan ortaya çıkan toplumsal hareketler özel sektör karar alıcılarının hiç olmadığı kadar gündeminde.

Tüm bu süreç, ABD-Çin büyük güç rekabeti içerisinde gerekse iklim ve dijitalleşmenin eklemlendiği jeopolitikanın değişen doğasında şirketlerin kendilerini en doğru şekilde konumlandırmasını zorunlu kılıyor.

Uzun vadede ise bu durumun ortadan kaybolması mümkün gözükmüyor, tam aksine şirket karar mekanizmalarına daha da entegre olacağa benziyor. Özellikle çok uluslu şirketlerin küreselliğini sürdürebilmesi için ana başlıklardan biri.

Amerikan otomobil devi Ford’un 2022 üçüncü çeyreğinde maliyetlerinin tahmin edilenden 1 milyar dolar daha fazla artması, özel sektör için ne kadar kritik bir dönemde olduğumuzun bir örneği olarak gösterilebilir.

Kamu yeniden proaktif bir aktör

Değişen konjonktürden en fazla nasibini alan başlıklardan biri de regülasyonlar. Regülasyonların takibi ve analizi özel sektör temsilcileri için olmazsa olmaz bir konu. Kripto para piyasalarından enerji politikalarına uzanan geniş yelpazede kamu artık yeniden proaktif bir aktör.

Kârlılığı maksimize eden ve aynı zamanda Batı dünyasında enflasyonu da düşük seviyelerde tutan “off-shore üretim” felsefesi de raftan kaldırılmaya hazırlanıyor.

Yeni jeopolitikte artık üretim ve tüketim birbirine daha yakın olacak.

Halihazırdaki verilere bakıldığı zaman bile, AB ticaretinin yaklaşık üçte ikisinin birlik ülkeleri içerisinde kaldığı görülüyor. Diğer yandan toplam 15 Asya-Pasifik ülkesinin imzaladığı, dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) ve Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) gibi bölgesel entegrasyon mekanizmalarıyla Asya Pasifik bölgesindeki toplam ticaretin de yaklaşık %60’ı bölge içinde gerçekleştirildiği görülüyor.

McKinsey & Co. tarafından yürütülen araştırmaya göre, şirket yöneticilerinin %92’si halihazırda tedarik zincirlerini bölgeselleştirmek ve hatta yerelleştirmek adına adımlar atmaya başladığını ifade ediyor.

Davos’ta öne çıkan mesaj neydi?

Geçtiğimiz hafta tamamlanan Dünya Ekonomik Zirvesi’ne küreselleşme ve iklim krizinin geleceği ekseninde gelişen görüşler, Çin’in sıfır covid politikasından çıkışıyla büyüyen enflasyonist baskılar, yenilenebilir enerji yatırımcıları, teknoloji devleri damga vurdu. Ukrayna’daki savaşın yansımalarıyla birlikte jeopolitikanın etkileri ise tüm panellerde ana gündem konusu haline geldi. Bu bağlamda oluşan belirsizlik iklimini ise Slovenya Dışişleri Bakanı Tanja Fajon’un sözleri özetler nitelikteydi: “Bu hafta politikacıları dinlerken şaşırdım çünkü kimsenin tam olarak nereye gittiğimizi ve çözümlerin neler olabileceğini tam olarak bilmediği hissine kapıldım.” 

Bununla birlikte, küresel iş dünyası liderlerinin de en fazla üzerinde durduğu anahtar kelimeler, tedarik zincirlerinde dayanıklılık ve mesafelerin kısalması oldu.

Davos’taki bir panelde Hindistan’ın en değerli şirketi Tata Grubu’nun Başkanı Chandrasekaran’ın dayanıklılığın verimlilikten de öncelikli olması gerektiğini ifade etmesi ise iş dünyasının jeopolitik endişelerini en iyi şekilde özetledi.

Coğrafi konum tarih boyunca her zaman önemli oldu. Ancak yakın gelecekte her zamankinden daha önemli olacağa benziyor.

Çiplerin jeopolitiği

Paralel olarak özellikle geçtiğimiz aylarda Amerikan Kongresinden geçen iki yasayı da iyi okumak gerekiyor.

Bunlardan ilki, Chips Act ile ABD çip tasarım ve üretim faaliyetlerine 50 milyar dolar düzeyinde teşvik sağlamayı taahhüt etti. Bu yasaya ek olarak da ABD Senatosu, ileri teknoloji içeren karmaşık çiplerin Rusya ve Çin’e ihracatına kısıtlama getirdi.

Bahse konu ikinci yasa olan Enflasyonla Mücadele Yasası ile de ABD’de enerji güvenliği ve iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik yatırımlar için 369 milyar dolarlık kaynak ayrılırken, yenilenebilir enerji teknolojileri için 260 milyar vergi teşviki uygulanması kararlaştırıldı.

Halihazırda enerji krizi ile mücadele eden AB sanayisi ise bu durumdan oldukça endişeli. Nitekim Amerikan üretimi ürünlere vergi indirimlerini de içeren söz konusu yasayla birlikte, özellikle Avrupalı otomobil şirketleri ve yeşil ekonomi alanındaki üreticiler dezavantajlı hale gelebilir. Ekonomi Araştırma Enstitüsü (IFO) Başkanı Clemens Fuest da yasanın AB için kabul edilemez korumacı unsurlara sahip olduğunu belirtti. Yeşil dönüşüm üzerine norm-koyucu görevini sahiplenmek isteyen AB ve Avrupalı şirketlerin rekabet gücünü önemli ölçüde kırılabileceği düşünülüyor.

Samsung, Apple, Intel ve NVIDIA gibi devlere çip üretimi yapan dünyanın en büyük çip ve yarı iletken üreticisi Tayvanlı TSMC’nin, ABD’nin Arizona eyaletine kuracağı ikinci fabrikasını ise ABD-Çin dikotomisi ve küresel enerji jeopolitiği üzerinden okunması gerekiyor.

Söz konusu gelişmenin tedarik zincirlerine etkisi özel sektör temsilcileri için bir diğer kritik gelişme olarak göze çarpıyor. Nitekim Intel CEO’su Pat Gelsinger’in Davos’ta çip tedarik zincirlerinin gelecek 50 yılda petrolden daha fazla jeopolitik dinamikleri etkileyeceğini vurgulaması oldukça dikkat çekiciydi.

AB neden yeniden sanayileşmeyi konuşuyor?  

Bununla birlikte, Biden yönetiminin girişimiyle hazırlanan ve Amerikalı sanayicilere kapsamlı sübvansiyonlar sunan korumacı yasalar ekseninde transatlantik hattında gerginlik devam ederken, Hinrich Foundation, AB’nin elektronik, kimyasallar, metal ve mineraller ve medikal ürünleri içeren 103 farklı ürün kategorisinde Çin’e stratejik bağımlılığının bulunduğunu ortaya koydu.

Dolayısıyla Avrupa’da “yeniden sanayileşme” kavramı tüm konuşmaların ve raporların zirvesinde yer alıyor. Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, 2023 öncelikleri başlıklı yazısında, yeşil yatırım odaklı yeniden sanayileşme hareketinin hükümetin öncelikleri arasında yer aldığını belirtti. Benzer minvalde, tedarik zincirlerinin dirençliliği NATO’nun 2030 ajandasında en üst sıralarda.

Ukrayna’daki savaş nedeniyle metaller, inşaat malzemeleri, kimyasallar gibi enerji-yoğun sektörlerin şirket bilançolarının oldukça olumsuz etkilenmesi jeopolitiğin direkt sonucu olarak gösterilebilecek bir başka durum.

İhracatın çeşitlenmesi ekonomik kompleksite endeksinde ülkeleri daha üst sıralara taşırken, refah ve işgücü piyasalarına olumlu etkisi günden güne artıyor.

Friend-shoring zamanı

Son dönemlerde öne çıkan bir diğer kavram ise friend-shoring… ABD Hazine Bakanı Yellen’ın sıklıkla vurguladığı bu kavram, serbest ticaretten ziyade güvenli ticareti önceliklendirmek anlamına geliyor. Özellikle dijitalleşme ve iklim başlıklarında ortak yaklaşımların ve değerlerin öneminin altı güçlü bir şekilde çiziliyor.

İklim krizi çerçevesinde oluşturulan bağlayıcı anlaşmalar özel sektörün adaptasyon kabiliyetini sınarken, jeopolitik risk yönetimi de karar alma süreçlerine artık tamamıyla entegre olmuş durumda. Belirsizlik konjonktürünü daha güneşli hale getirmek için bir zorunluluk.

İstikamet nereye?

İçinde bulunduğumuz belirsizlik ve kırılganlık iklimi büyük fırsatlar sunduğu kadar aşılması gereken zorlukları da beraberinde getiriyor.

Nitekim jeopolitika-iklim-dijitalleşme üçgeninde dönüşen uluslararası ticaret düzeninde, Türk şirketler için yalnızca ucuz olmak veya güçlü üretim kapasitesi/kabiliyeti yeterli olmayacak.

2020’li yıllar karşılıklı bağımlılıkları ve jeopolitik dengeleri yeniden oluşturacak. Stratejik rotaların tam ortasında yer alan Türkiye için, dış politika, ulusal ekonomi, altyapı/lojistik stratejilerinin bütünselliği ve tamamlayıcılığı artık uzun vadede hiç olmadığı kadar önemli hale geldi.

Yukarıda bahsedilen jeopolitik iklimde Türkiye gibi ülkeler için sine qua non bir gereklilik olan ihracatın gelişimini ancak kamu-özel sektör koordinasyonun daha güçlü olması ve özel sektörün küresel ve bölgesel jeopolitiği iyi okumasıyla sağlayabilecek.

Değişimin tam ortasında bulunduğumuz rekabetçi belirsizlik ortamında, ABD ve Çin 21. yüzyılın en dominant güçleri olarak kalmaya devam edecek. Ancak kırılganlıklarını hızlı iyileştiren, adaptasyon gücünü rekabetçi kılan, refahı dağıtabilen, stratejik konumlanan ve parçalanan küreselleşmede doğru parçaları bulabilenler kural koyucuların oyununa dahil olacak.

Küresel Ekonomi Forumu (WEF) 2033 yılı tahminlerinde, 2023’e ilişkin açıkladığı riskler hakkında yeterli aksiyon alınmazsa 10 yıl sonra küresel şoklara yol açabileceğinin altını çiziyor. Özellikle iklim temelli sorunların jeopolitik, ekonomik ve toplumsal sonuçlarına dikkat çekiliyor.

Uluslararası Para Fonu (IMF) projeksiyonları ise bütünsellikten uzak-parçalanmış- bir global ekonominin küresel GSYH’de %7 oranında bir kayıp yaratabileceğini ortaya koyuyor. Artık çoklu kriz gerçekliğinin gölgesinde alınan ticaret ve yatırım kararlarında jeopolitik analiz 21. yüzyılda hiç olmadığı kadar değerli.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.