11.05.2024

Üniversiteler, politikacıların zorbalığıyla Filistin eylemlerine karşı harekete geçmemeli

Ben üniversite öğrencisiyken, apartheid Güney Afrikası’nda faaliyet gösteren şirketleri boykot etmek ve Güney Amerika’daki tekstil işçilerinin sömürülmesiyle ilgili yürüyüşler düzenlemiştik. Meselelere ilişkin bilgimiz çok derin olmasa da ahlaki sorunlar açık görünüyordu. Apartheid yıkıldı ve tekstil işleri Asya’ya taşındı; protestolarımızın önemli bir etkisi olduğundan şüpheliyim, ancak biz üzerimize düşeni yaptık ve siyasi bilinç kazanmak da yetişkinliğe adım atmamızın bir parçasıydı.

ABD’deki elit üniversitelerde Filistin için ayağa kalkanların talepleri ne?
Sanırım yönetim, sıcak havalar ve sınav dönemi geldiğinde, bir sonraki baharda yapılacak eylem ve yürüyüşlere kadar protestoların söneceğini biliyordu. Bir yıl, birkaç yüz öğrenci tarihi ana yönetim binasını ele geçirdi, bütün gece rahatsız bir şekilde uyudu ve ertesi gün yumruklarını kaldırıp yüksek sesle slogan atarak ayrıldı. Çeşitli gazeteler için çalışan öğrenci yazarlar ertesi günkü gazetelerde birkaç sütunluk yer bulabildi. Sivil itaatsizliğin övülmesi gerektiği ve disiplin dayatmanın ahlaki açıdan kabul edilemeyeceği yönünde bir görüş olmasına rağmen, çeşitli hafif disiplin tedbirleri uygulandı.

Takip eden on yıllarda, meseleler belki de daha karmaşık ve acil hale geldi. Masum insanların katledilmesi ve 7 Ekim’de rehinelerin alınması iğrençti ve uluslararası hukukun ağır bir ihlaliydi. Birçoğu çocuk olan 30 bin veya daha fazla Filistinli sivilin öldürülmesi de iğrenç. Biri diğerini haklı çıkarmaz, çıkaramaz. Sivilleri öldürmek, tecavüz etmek ve canlı kalkan kullanmak sadece Yahudilere karşı değil, insanlığa karşı işlenen suçlar. Uluslararası hukukta misillemeye asla izin verilmez, vurulan ilk darbe grotesk olsa bile. Askeri bir hedefe ulaşmak için orantısız sivil kayıplar kabul edilemez.

Dresden’in bombalanmasında, Nankin’deki tecavüzde, Hiroşima ve Nagazaki’ye nükleer bomba atılmasında ayrım gözetmeksizin daha fazla sivil öldürüldü mü? Elbette söz konusu olan bu. Şeytani Nazi rejiminin bir imha kampanyası yürütüyor olması, sivillerin ayrım gözetmeksizin bombalanmasını haklı çıkarır mı? Bu kesinlikle altta yatan öfkeyi açıklayabilir ancak ahlaki ya da yasal bir gerekçe sağlamaz. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yürürlüğe giren Cenevre Sözleşmeleri, uluslararası toplumun savaşa bazı sınırlar getirmeye ve daha fazla dehşetin tekrarlanmasını önlemeye çalıştığını gösterdi. Göze göz, medeni bir uluslararası düzende geçerli bir ilke değil.

Bu da bizi bugün üniversite kampüslerine getiriyor. Çok şey değişti; sosyal medya konuşmacıları hem hızlandırdı hem de onların sınırlarını kaldırdı. Ve siyasi kültürümüzün arka planında, şiddetin eli kulağında olduğu tehditlerinin uğultusu var. Ancak her zaman olduğu gibi, ABD Anayasası’nın Birinci Değişiklik Maddesi konuşmayı kapsamlı bir şekilde korusa da hak sınırsız değil. Hükümetlerin ya da üniversiteler gibi özel kuruluşların makul zaman, yer ve şekil kısıtlamaları getirebileceği uzun süredir yasalarda var. Ayrıca, kalabalık bir tiyatroda ateş diye bağırmak veya bir kalabalığı şiddete teşvik etmek gibi belirli mesajlar “sözlü eylemler” olarak kabul ediliyor.

Şiddet, kışkırtma veya aynı fikirde olmadığımız kişilerin onuruna ve kişiliğine saygısızlık olmaksızın barışçıl protestolara izin vermek için uyulması gereken yol kuralları var. Her Filistin yanlısı, Yahudi düşmanı değil; her İsrail yanlısı da Filistinlilere karşı şiddeti desteklemiyor. Bir taraftakiler diğerlerinin görüşlerini saldırgan ve hatta iğrenç bulsa da bu durum kişilerin bu tür mesajların hepsini olmasa da çoğunu ifade etme haklarının engellenmesine izin veremez. Öğrenciler çeşitli bakış açılarına, hatta kendilerini rahatsız eden bakış açılarına bile maruz kalmalı. Tehdit ve şiddetten korunma hakları var ancak siyasi söylemden korunma hakları yok. Duygu yoğunluğu, ahlaki öfke, mağduriyetin tarihsel mirası, duyar kasmak, grup uyumu, (sıklıkla yasadışı olan eylemlerin tüm bu güçlü güdüleyicileri) bu eylemi haklı çıkarmaz. Ve çizgiyi aşan davranışlar için hesap verebilirlik olmalı. Ancak hesap verebilirlik, içerikten bağımsız bir şekilde uygulanan tarafsız ve açık kurallara dayalı yürütülmeli.

Dolayısıyla İsrail yanlısı göstericilerin İsrail devleti ve halkının güvenliği, emniyeti ve haklarını savunmak için yürümeye her türlü hakkı var. Hamas’ı terör örgütü olarak kınama hakkına sahipler. İsrail’in Yahudiye ve Samiriye de dahil nehirden denize kadar tüm Büyük İsrail üzerinde hak sahibi olması gerektiğini iddia edebilirler. Filistinlilere karşı şiddete başvuramaz, şiddeti teşvik edemez ya da kışkırtamazlar. Aynı fikirde olmadıkları kişilere karşı şiddet tehdidinde bulunamazlar. Uluslararası hukuk kapsamında olsun ya da olmasın, 7 Ekim’i soykırım olarak adlandırabilirler. Tüm söylemlerin doğru olması gerekmez; sadece başkalarını tehdit edemez, onlara zarar veremez ya da onları kışkırtamazlar.

Gazze yanlısı göstericiler için de yolun kuralları var. Yahudilere karşı şiddet çağrısında bulunamazlar. Kampüsteki Yahudi öğrencileri tehdit edemez veya fiziksel şiddet uygulayamazlar. Yeni bir Holokost tehdidinde bulunamazlar. Bağımsız bir Filistin için çağrıda bulunabilirler. Nehirden denize kadar uzanan bir Filistin için çağrıda bulunabilirler ancak bunu başarmak için İsrail’in şiddet yoluyla yok edilmesi çağrısında bulunamazlar. Rehinelerin öldürülmesi çağrısında bulunamazlar. Mevcut istilayı soykırım olarak adlandırabilirler, yine öyle olsa da olmasa da. İsrail yanlısı protestocular nasıl Filistinlileri ya da Müslümanları tehdit edemez ya da onlara zarar veremezse, Filistin yanlısı protestocular da İsraillileri ya da Yahudileri tehdit edemez ya da onlara zarar veremez.

Ne yazık ki politikacılar bu zor ve gergin duruma siyasi puan toplamak ve ne yaparlarsa yapsınlar (öğrencileri gözaltına aldıkları, öğrencileri tahliye ettikleri, öğrencilerle müzakere ettikleri, olayları yatıştırmaya veya parametreleri belirlemeye çalıştıkları için) üniversite yetkililerini suçlamak için giriyor. Mezunlar mali desteklerini çekme tehdidinde bulunabilir.

Ancak üniversitelerin ne yapması gerektiğine dair parametreler anayasada mevcut. Üniversitelerin muhalefete izin verme hakkı ve yükümlülüğü var ancak bu zaman, yer ve şekil bakımından makul ölçüde sınırlandırılabilir. Muhalefet şiddet içermemeli; şiddeti teşvik edemez veya şiddete göz yumamaz ve toplumun tüm üyelerinin onuruna saygı göstermeli. Yahudiler güvende olmalı; Müslümanlar güvende olmalı; her iki grup da sorumlu davranmalı. Üniversiteler ve diğer kurumlar, bakış açısına dayalı konuşmayı bastırma yönünde zorbalığa maruz bırakılamaz.

Her kişi ve grup kendi görüş ve değerlerinde haklı çıkmak ister ancak yapılabilecek ve yapılması gereken en fazla ve en iyi şey makul sınırlar içinde muhalefete izin vermek. Üniversite yöneticileri olayları yatıştırmaya çalışmalı; ilk ve hatta ikinci adım olarak toplu gözaltılara başvurmanın bunu sağlaması pek olası değil. Bir noktada, üniversiteler şiddet ve kaosa sürüklenmeyi önlemek için adımlar atabilir ve atmalıdır.

Ancak üniversiteler farklı bakış açılarını savunanlara farklı muamele yapmamaya dikkat etmeli. Politikacılar ve mezunlar tarafından kampüslerindeki ve ülke çapındaki sorunları iyileştirmek yerine daha da kötüleştirecek adımlar atmaya zorlanmadıklarından emin olmalılar. Gazze’deki savaş üniversite kampüslerinde çözülmeyecek ancak hoşgörü, saygı ve ifade özgürlüğü değerleri halihazırda büyük ölçüde muallakta.