Şenol Kaluç yazdı
Televizyon ve radyo bir dönem toplumun en önemli eğlence ve haber alma aracı idi. Ancak TV’nin evlerin içine kadar girmesi bizde 80’li yıllarda gerçekleşti.
Çocukluğumun en büyük eğlencesi radyo dinlemekti. Okuldan koşarak gelir ve her akşam radyo tiyatrosu “Arkası yarın”ı dinlerdim. Sonra eve televizyon geldi ama yayın saatleri kısıtlı olduğu için radyo hala başköşedeydi. Dahası kısa dalga üzerinden BBC, CNN, Almanya, Rusya, Bulgaristan ve İran üzerinden yapılan bir saatlik Türkçe yayınlarını dinlemek en büyük zevklerimdendi. Pek çok dünya klasiğini de yine ilk olarak bu dönemde radyo uyarlamalarından dinlemiştim.
Radyo ve Televizyon devlet tekelinde idi ve toplumu değiştirip, dönüştürmede önemli rol oynuyordu. Kültürel anlamda verdiklerinin yanında şüphesiz götürdükleri de vardı.
80’li yıllarda hemen her evin olmazsa olmazı akşam haber saati idi. Tek kanallı çağda olduğumuz için tüm aile çoluk çocuk ayrım gözetmeksizin haber saatinde TV varsa ekran başında yoksa radyo başında olunurdu. Bu nedenle devletin izin verdiği ölçüde dünyada neler olup bittiğini herkes az çok bilirdi.
Okuma yazmayı öğrendikten sonra ise gazete merakım başlamıştı ve o dönem hemen her gazetenin oldukça geniş dış haberler ile ilgili sayfaları olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Radyo ve TV’den falanca, filanca başkentten bildiriyorum anonsu sanki hala kulaklarımda.
Bugün Filistin’deki vahşetten, Ukrayna’daki savaştan doğru düzgün haberi olmayan her yaştan yüz binler var.
Tek kanallı dönem olmasına rağmen gençlere çığır açan programlar da eksik olmazdı. Uğur Mumcu ve 32. Gün gibi bir başyapıtla Mehmet Ali Birand ve yine Ali Kırca gibi isimler o yılların unutulmazları arasında idi ve her kesimden korkusuz gazeteciler vardı.
Okuma yazma bilmeyen bir ailede hem Cumhuriyet hem de Tercüman okuyan bir çocuk olarak büyüdüm. Milliyet, Hürriyet, Bulvar gibi gazeteler de cabası. Bu her kesimden gazeteleri okuma alışkanlığım sonraki yıllarda da devam etti. Solcuların yüzüne bakmadığı, muhafazakarların bile açıktan okumaya çekindiği Akit gazetesini de başka gazeteleri de okurdum.
Bu bana bir haberi birden fazla yerden kontrol etmenin önemini daha küçük yaşta iken öğretmişti. O yüzden bir haberin doğruluğunu ya da gerçekte ne olduğunu anlayabilmek için farklı kaynaklardan teyit etmenin önemini erkenden kavramıştım. Bu da beni doğal olarak mahallesiz yaptı.
Tabii tek kanallı yıllarda herkes benim gibi değildi. Çoğunlukla kimse kendi mahallesinden kolay kolay çıkmazdı.
Bir de o dönem “Perde Arkası” vb. programlarla özellikle TV’den, radyodan duyduğu her şeye sorgusuz sualsiz inanan geniş kitleleri yönlendirilmeye çalışıyordu. Gazetelerde de her kesimi kendi ideolojik dünya görüşüne göre uyutan o dönemin meşhur gazetecileri vardı.
Bugün onlarca seçenek var ama maalesef haber kaynakları inanılmaz derece de kısıtlı. Daha doğrusu gerçeğe ulaşmak eskisinden de zor. Kopyala yapıştır haberciliği almış başını gitmiş durumda. Devletler ve düzenin gizli sahipleri her kimseler her şeyi çok daha rahat bir şekilde sulandırabiliyorlar.
İnternetin çıkışı özgürlüğe kapı aralamıştı ama bugün gelinen noktada internet o kadar hızlı kirlendi ki varılan yer bambaşka bir nokta oldu.
İsrail terör devleti nasıl tüm dünyayı manipüle etmişse her devlet ve gücü elinde tutan her kesim insanları bir şekilde manipüle edebilmekte.
Bize tüm dünyada demokrasinin çöküşü gibi gözüken şey tam da bu sebeple gerçekleşiyor. Toplumun geneli dün de bugün de gerçeklerle çok fazla ilgilenmiyor ve herkes önüne konan yemeğe rıza gösteriyor. Gerçeklerle ilgilenmedikleri için de düşünen ve sorgulayanlar için her yer bir cehenneme dönmekte.
Vicdan sahipleri ya küsüp bir kenara çekilecekler ya da daha kötüsünü yapacaklar ama ona bile izin vermek istemeyenler çoğunlukta.
Şimdi de yapay zekâ geliyor. Yapabileceklerinin sınırı nedir? Bilen yok.
Sanırım Perde Arkası zihniyetli bir dünyaya koşar adım gidiyoruz.