10.30.2024

Yine çözüm süreci mi?

Taha Akyol yazdı.

Bahçeli’nin, kendisinden hiç beklenmeyen bir çıkışla, Öcalan’ın Meclis’e gelerek DEM grubunda PKK’yı dağıtmasını açıklamaya çağırması siyasette yeni bir iklim yarattı: Yoğun tartışmalar içinde “çözüm” kavramı daha çok konuşuluyor.

En önemlisi, artık DEM’in ve İmralı’nın MHP tarafından “adres” kabul edilmesidir:

“Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.”

Bahçeli de nihayet Meclis’te böyle bir partinin bulunmasını kabul ediyor.

Bahçeli’nin “Edirne” diyerek Demirtaş’ı dışlaması dikkat çekicidir.

KÜRT HAREKETİNDE ÜÇ FAKTÖR

Bugün DEM’de temsil edilen Kürt siyasi hareketinde, hepsi bir bütünün parçaları olmakla birlikte üç eğilimden bahsedilebilir; Öcalan, Demirtaş ve silahlı örgüt yani Kandil…

Öcalan’ın geleceği bir türlü dışarı çıkıp siyasi bir aktör olmasına bağlıdır. Bunun için çözümde etkin olmaya daima isteklidir. Başkanlık sistemine destek verebileceklerini açıklamıştı.

Mahalli seçimlerde özellikle İstanbul’da Ak Parti lehine tavır aldı, Öcalan’ın açıklaması TRT’de okundu. Osman Öcalan TRT ekranlarında iktidara destek verdi. Bahçelinin bundan rahatsız olmadığı biliniyor.
Öcalan, 2013’te Başkanlık sistemine destek verebileceklerini açıklamıştı.

Demirtaş ise “seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasıyla hafızlarda yer etti. Genç yaşta liderlik hırsına sahiptir. Demirtaş için Kandil değil, sandık önceliklidir. Kandil’in Demirtaş’ı azarlayan açıklamaları, Demirtaş’ın bazı terör eylemlerini kınayan konuşmaları hafızalardadır. “Öcalan’ın Demirtaş’tan rahatsız olduğunu” Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemişti. (26 Ocak 2022)

Bahçeli’nin Demirtaş’ı dışlaması, Demirtaş’ın teröre daha yakın olmasından değil, siyasi tavrındandır.

Üçüncü faktör, Kandil ise tamamen kan ve silahtır. Çözümün önündeki asıl hatta tek engel buydu. Bugün de engel, Kandil’dir, PKK’dır, YPG’dir.

ÇÖZÜM DERSLERİ
Kırk yıldır kan akıyor. Genelkurmay’a göre, bu kırk yıl zarfında 70 binden fazla terörist “etkisiz” hale getirildi. Suriye olmasaydı, terörün sonu gelebilirdi.

Suriye’de PKK’nın uzantısı PYD/YPG’nin “Rojava devrimi” adıyla petrol bölgelerinde, üstelik Amerikan ağır silahlarıyla donatılmış ‘özerk’ bir yönetim kurması hem motivasyon yarattı hem silah duygusunu körükledi.

PKK daha Suriye’de bugünkü duruma gelmeden, yani 2014’te, Çözüm Süreci sırasında iktidarın da göz yummasıyla, Güneydoğu’da silah ve mühimmat depoları, hendekler, yeraltı geçitleri inşa etmişti, amacı “Rojova devrimini Türkiye’ye getirmek”ti!

İktidar, içerideki “Çözüm süreci”ni, Suriye’deki bu gelişmeler yokmuş gibi yanlış bir zamanda başlatmış, kötü de yönetmişti.

19 Temmuz 2015’te Bese Hozat ve Cemil Bayık “Türkiye’de devrimci halk savaşı” ilan etmişler, terör eylemleri başlamış, nihayet 24 Temmuz’da hükümet “Hendek Operasyonları”nı başlatmıştı….

Demek ki, Suriye faktörü bir türlü bertaraf edilmeden bir “süreç” başarıya ulaşamaz.

Bugün PKK/YPG Suriye’de on yıl öncesinden daha güçlüdür. IŞİD’le mücadele gerekçesiyle ABD tarafından Suriye’deki terör örgütü ağır silahlarla donatıldı. Amerikalı uzmanlar tarafından askeri eğitim verildi. Amerika çekilse bile bu silahlar örgütte kalacaktır.

SURİYE FAKTÖRÜ

ABD öncülüğündeki koalisyonun sözcüsü John Dorrian “bu silahları geri almayacağız” diye daha o zaman açıklamıştı. (17 Mayıs 2017)

Tablo, tek bir formüle, “barış, demokrasi, savaş karşıtlığı” gibi kavramlara indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.

Ekim 2015’teki Kobani olayları sırasında, Obama gibi Türkiye’ye pozitif bakan bir başkan zamanında, IŞİD’e karşı ABD’nin terör örgütünü tercih etmesini Ankara diplomasisi önleyebilmeliydi. Suriye politikasındaki hataların büyüklerinden biri budur.

Ahmet Türk gibi tecrübeli bir Kürt siyasetçinin şu sözleri önemli ve değerlidir:

“Kürtler de bu işin silahla çözülemeyeceğini görmeye başladı.” (11 Ekim)

Gerçekten ülke içi şartlar uzun soluklu bir çözüm için dünden daha müsaittir fakat engel yine Suriye’de bugün daha silahlı, daha eğitimli olan ‘terör ordusu’nun teşekkül etmiş olmasıdır.

Türkiye’nin ön önemli sorunu, budur. Bu tehlikeyi telafi etmeyen bir çözüm, yine ve bu defa daha acılı sonuçlarla hüsrana uğrar.

Sanıyorum bu ihtiyatla, Erdoğan konuşmuyor. Aksine konuşsa Bahçeli ortağı… Desteklese devleti angaje etmiş olacak… Bir süre sustu, benimseyen bir ifadeden sakındı, “ortağımızın yaklaşımı” diye niteledi, “önyargısız değerlendirmeli” diyerek ortalama bir açıklama yapmış oldu.