Mehmet Ocaktan yazdı…
Tarihin bütün dönemlerinde siyasal sistemlerle ilgili hem teorik hem de toplumsal düzeyde farklı tasavvurlar ortaya çıkmış, bazen yönetimler en sert şekilde eleştirilmiş, bazen de pozitif uygulamaları övülmüştür.
Ama bir gerçek var ki gerek Batı dünyasında, gerekse Müslüman dünyada otoriter ve despotik yönetimlerin hakim olduğu dönemlerde adaletin terazisinin düzgün işlemediği, bu yüzden de zaman zaman zulümlerin dayanılmaz boyutlara ulaştığı da bir vakıa.
Bu çerçevede Batı’nın uzun mücadeleler sonucunda ortaçağ düşüncesini geride bırakarak, aydınlanma süreciyle birlikte yeni düşüncelere kapı araladığını, bunun sonucu olarak da bugünkü modern hukukun inşasını sağladığını belirtmek gerekiyor.
Adalet konusunda dini anlamda daha geniş bir müktesebata sahip olan Müslüman dünya ise hukuku kurumsal bir yapıya kavuşturamadığı için ne yazık ki hala günümüzün dünyasına gelebilmiş değil.
Maalesef bu yüzden de halihazırdaki Müslüman ülkelerin neredeyse hemen tamamında ‘adalet’, yönetimi elinde bulunduran otoriter liderlerin iki dudağı arasına hapsedilmiş bulunuyor. Kısacası adalet ‘hukuk devleti’ne değil, sultana emanet…
Peki hakkı gasp edilenlere, özgürlüğü elinden alınanlara, adalet tecelli etmediği için yıllarca hapse mahkum edilenlere reva görülen zulmü kim durduracak?
Her ne kadar Müslüman kimliğine sahip olan insanlar, Kur’an’ın adalet konusundaki önerisini biliyor olsalar da hukuka riayet etmeyenlere mazeret üretmek için yan yollara sapmayı pek seviyorlar. Oysa ayet mazeret üretmeye gerek olmayacak kadar açık: “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor…” (Nisa/58)
Meseleye sadece İslam ekseninden bakmamı yadırgayanlar olabilir, bunun farkındayım. Elbette ‘adalet’ kavramına yaşadığımız çağın temel değeri olan ‘hukuk devleti’ ekseninden bakmak durumundayız. Ama bir gerçek var ki içinde yer aldığımız Müslüman toplum gerçeğini de yok sayamayız.
Ayrıca adaleti değil, zulmü seçen yönetimler konusunda, bu adaletsizliği durdurmak için bireyler dahil toplumlara da düşen önemli görevler vardır. Bu konuda Hz. Peygamber’in şu sözleri hepimiz için eminim ışık tutacaktır: “İnsanlar zalimi görüp de ona engel olamadıklarında, Allah o insanların hepsini kaplayan bir azabın gelmesi çok yakındır.” (Sünenü Ebu Davud, 6/394)
Her ne kadar Müslüman ülkeler demokrasiyle tanışmadıkları için farkında olmasalar da demokratik toplumlarda ‘sivil toplum’ hareketleri önemlidir, hukuka riayet etmeyen iktidarları engellemede önemli bir işleve sahiptirler.
Aslında İslam da zulme karşı durmayı önemsemiş ve bunu bir cihat olarak görmüştür. Bu konuda yine Hz. Peygamber’in önerisi son derece açıktır: “Cihadın en üstün olanı, zalim bir sultanın veya zalim bir yöneticinin yanında adaleti savunmaktır.” (Sünenü Ebu Davud, 6/400)
Evet İslami metinlerde ‘adalet’ kavramına ve zulme karşı duruş böylesine net bir şekilde belirlenmiştir.
Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki eğer Müslüman ülkeler evrensel hukuk temeline dayalı demokratik bir sistem inşa edemezlerse, asla adaletli bir toplumda yaşama şansı bulamazlar, sadece Kur’an’ın önerilerini ve Hz. Peygamber’in sözlerini tekrar ederek teselli bulurlar.
Araştırmacı yazar Muhammed b. Şankıti’nin İslami metinlerle Batılı filozofların metinlerini karşılaştıran şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Siyasi zulümlere karşı direnişi dile getiren İslami metinlerin ifadeleri, siyasi zulüm karşısında boyun eğmeyi meşru gören Hint ve Fars tipi doğu imparatorlukları mirasından ziyade siyasi zulme karşı direnmeye çağıran Atina ve Roma tipi kadim Batı demokrasileri mirasına daha yakındır. Ksnofon, Platon ve Aristo gibi eski Yunan filozofları tiranlık sistemini ortadan kaldırmayı meşrulaştıran şeyler yazmışlardır.” (İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz, s.184)
Kısacası insanlar dinleri, inançları, ırksal aidiyetleri ne olursa olsun hukukun güvencesi altında yaşama ve adaletle yönetilme hakkından mahrum edilemezler.