10.07.2024

Zamanın ve Tarihin Işıklarını Söndüren Gelenekçilik

İslam dünyası ülkelerinin, kibirli saldırganlıklarıyla sınırlı, taşralı politik kadroları ve politik iktidarları, bugün, hem insanlığın, hem de kendi toplumlarının temel-varoluşsal meselelerini konuşma-tanımlama-çözümleme iradesine ve yeteneğine sahip değiller.

Sömürgeci modernliğin, sömürgeci evrenselliğin ve sömürgeci uygarlığın oluşturduğu modern dünya düzeni, bugün, çok büyük adaletsizlikler ve eşitsizliklerle, çok büyük kırılmalar ve belirsizliklerle, çok büyük popülizmler ve kirliliklerle, çok büyük yolsuzluklar ve çalkantılarla malûl bulunuyor. Jeopolitik rekabetler, ideolojik rekabetler, milliyetçi rekabetler, enerji-iklim-gıda krizi, öngörülemez bir dünya tablosu oluşturuyor. Sömürgeci-ırkçı geçmişiyle ilgili özeleştiri-yüzleşme yapma ihtiyacı duymayan ve her geçen gün daha çok içe kapanan Avrupa’da, “demokrasi” ve “uluslararası hukukun üstünlüğü” söylemi ucuz bir politik slogan olmaktan öte hiçbir işlev taşımıyor.

İslam dünyası ülkelerinin, kibirli saldırganlıklarıyla sınırlı, taşralı politik kadroları ve politik iktidarları, bugün, hem insanlığın, hem de kendi toplumlarının temel-varoluşsal meselelerini konuşma-tanımlama-çözümleme iradesine ve yeteneğine sahip değiller. Bunun içindir ki, toplumlarımız popülist otoriter tekdüzeliklere mahkûm edilmiş bulunuyor. Bu ülkelerde politik-popülist hareketler/iktidarlar, hamaset-propaganda tiyatrosu izlenimi oluşturuyor. Toplumlarımız, özgünlük, içtenlik, nitelik, sahicilik ve sadeliğin meşruiyetini kaybettikleri için; slogancılığın/sahteliğin/yüzeyselliğin/gösterişçiliğin aldatıcılığına maruz kalıyor. Sözünü ettiğimiz ülkelerde düşünce-kültür-edebiyat hayatı da, içerisinde bulundukları entelektüel tıkanma-yetersizlik-tembellik ve ufuksuzluk sebebiyle, insanlığın ve İslam insanının karşı karşıya bulunduğu varoluşsal meseleler/tehditler hakkında anlamlı-etkili hiçbir şey söylemiyor, söyleyemiyor.

İslam toplumları, tarihin son yüzyıllarını, geleneğin ve gelenekçi unsurların otoriter-baskıcı iktidarlarına maruz kalarak geçirdi. Bugün de, toplumlarımızda, geleneğin ve gelenekçi kadroların otoriter-bağnaz-ufuksuz iktidarları belirleyiciliğini sürdürüyor. Gelenek algısı-bilinci, İslam toplumlarında yaşanan yapısal-derin sorunları görmeyi imkansız kılıyor. İslam dünyası toplumlarında içtihad’ın, entelektüel/felsefi içerik üretiminin durdurulması-dondurulmasıyla birlikte gelenek kurumsallaştırıldı ve toplumsallaştırıldı. Gelenek adına düşüncesizliğin meşrulaştırılmasıyla birlikte, İslam toplumlarında zamanın ve tarihin ışıkları söndürülmüş oldu.

İslami bünyeye yönelik bağnazlık ve ufuksuzluk saldırılarıyla, zamanın ve tarihin ışıklarını söndüren gelenekçilik, görenekçilik, atalar kültü, veli kültü; batıni bir dindarlık biçimi oluşturdu. İslam dünyası toplumlarının, halklarının hayatlarının ve varoluşlarının düşüncesizleştirilmesiyle birlikte, bu halkların her alanda sömürgeleştirilerek edilgenleştirilmeleri ve etkisizleştirilmeleri kolaylaştı. İslam toplumlarının düşüncesizleştirilerek, dünyaya ve tarihe yabancılaşmasıyla birlikte, bu toplumlarda tasavvufi-batıni hareketler-hayat-zihniyet anaakım haline geldi. Sünni toplumlar ve dünya, büyük ölçüde tasavvufi-batıni zihniyetle bütünleşti. Konformizmin etkili-otoriter bir geleneğe dönüştüğü günden bu yana, İslam toplumlarında entelektüel sorgulamalar, eleştiri ve özeleştiri yapılmıyor.

Konformizmin etkili-dönüştürücü bir geleneğe dönüşmüş-dönüştürülmüş olması sebebiyle, Müslümanlar olarak bizler, tarih boyunca maruz kaldığımız-bırakıldığımız çok ağır ve çok rencide edici yenilgiler, teslimiyetçilikler ve bozgunlardan, kapsamlı bir tarih ve siyaset bilinci, tarih ve siyaset felsefesi çıkarmayı başaramadık. İslami düşünce-kültür-edebiyat ve ilahiyat hayatı, İslamı yolundan alıkoyan konformizmin, statükonun, sınırları dışına çıkmayı başaramadığı için, evrensel bir tarih ve siyaset felsefesi çalışması yapmadı, yapamadı. Zihnimizin-bilincimizin üretkenliğinin durduğu-durdurulduğu günden bu yana, sürekli olarak düştüğümüzü görmüyor ve idrak etmiyoruz. Bir tarih ve siyaset bilincine, felsefesine sahip olmadığımız için, bugün, kendi diline-kültürüne, dünya görüşüne, hayat tarzına sahip çıkamayan toplumlarda yaşıyoruz. İslami düşünce-kültür-edebiyat hayatı, bir tarih ve siyaset bilinci oluşturamadığı için, bugün, İslam ve siyaset tartışmaları, ne yazık ki, ucuz-bayağı propaganda sloganları içerisine hapsedilmiş bulunuyor. Popülist propaganda bayağılıklarının alkışlandığı-alkışlanabildiği bir toplumda, İslami ahlakın-vicdanın-merhametin-kültürün-irfanın sesi hiçbir şekilde duyulmuyor. Bir dönem Türkiye’de, ideolojik dil-söylem-siyaset bütün gerçeklerin üzerini örtüp kapatırken; içerisinde bulunduğumuz dönemde de, muhafazakar hamaset dili-söylemi siyaseti aynı şeyi yapıyor. Gerçek anlamda bağımsızlığa sahip olmayan, bağımsızlıklarını tamamlayamayan toplumlar ve kültürler, kimi dönemlerde, ideolojik-yüzeysel basitleştirmelerle, kimi dönemlerde de popülist-muhafazakar yüzeysellikler ve basitleştirmelerle toplumları oyalıyor. İdeolojilerin ya da geleneklerin tiranlığına boyun eğen toplumlarda, büyük gerçekler, büyük varoluşsal meseleler hiçbir şekilde konuşulamaz. İslami varoluş bilincini-yorumunu, İslami bilgi, dünya görüşü ve bilincini özgürleştiremediğimiz, somutlaştıramadığımız, dönüştürücü hale getiremediğimiz, tecrübe edemediğimiz halde, geleneğin tiranlığını özgürleştiren muhafazakar-sağ-folklorik popülist din’i uygulamaların, İslami uygulamalar olduğuna inanabiliyoruz. Bir toplumda, Türkiye’de yaşandığı üzere, bir İslamileşme projesinin askeri bir şirket tarafından yürütülüyor olması, tarih boyunca eşi ve benzeri görülmemiş bir ciddiyetsizlik, tuhaflık ve cehalet örneğidir. Bu durumda toplumlarımızda bir İslamileşme projesini/çalışmasını yürütebilecek düşünürler/bilginler/bilgeler/filozoflar/hukukçular/hukuk ve tarih felsefecileri bulunmadığı anlamı taşır. Anlayamadığımız, çözümleyemediğimiz bir topluma, dünyaya ve çağ’a söyleyebileceğimiz hiçbir şey olamaz.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde din’i hayat, büyük ölçüde tasavvufi/batıni bir çerçeve içerisinde şekillendiği için, İmparatorluk, evrensel tarih ve siyaset bilincine sahip, evrensel eleştirel/üretken zihinler yetiştiremedi. Bu nedenle de, İmparatorluk Avrupa siyasal ve ekonomik hakimiyet modeline, Avrupa norm ve uygulamalarına açık hale geldi. Avrupa norm ve uygulamalarına açık hale gelen Osmanlı İmparatorluğu, bu tercihiyle Oryantalist çalışmalara da açık hale gelmiş oldu. Onsekizinci yüzyıldan itibaren Avrupalı-Amerikalı fikir adamları, din adamları, ticaret adamları, teknik adamlar, uzmanlar vb. olmak üzere Osmanlı ülkesine gelerek, kendi alanlarında, kendi dünya görüşleri doğrultusunda bir çevre/ortam/iklim oluşturmaya başladılar. Bu kadroların yanında Hristiyan misyonerler de vardı. Sözünü ettiğimiz kadrolar Osmanlı ülkesinde Müslümanların hayat ve düşünce tarzlarının batılılaştırılması ve sekülerleştirilmesi için okullar açtılar. Geçmişi tekrar eden gelenekler, kültür üretemedikleri, kültür üretebilecek kadrolara sahip olamadıkları için, her zaman kültür üreten emperyal unsurlar tarafından dönüştürülüyor, dönüştürülebiliyor.

Günümüzde de, İslam toplumları, içerisinde yaşadığımız toplumda da takip edilebileceği üzere, neoliberal kültür doğrultusunda dönüştürülüyor. Muhafazakar/dindar kesimler, neoliberal meşruiyet zemininde bir din/İslam algısı oluşturmaya çalışıyor. Bugün, İslami bir meşruiyet, ancak neoliberal bir meşruiyetin himayesi altında savunulabiliyor. Neoliberal meşruiyet sınırları içerisinde, sömürgeci bir feminizm temsil ve tecrübe edildiği gibi, ahlak/ aile/edep/haya/iffet gibi temel İslami değerler de marjinalleştiriliyor, değersizleştiriliyor.

Müslümanlar olarak, edilgenliği, teslimiyetçiliği, meşru bir geleneğe dönüştürdüğümüz, tarihsel ve siyasal farkındalıklara yabancılaştığımız için, “insan hakları beyannamesi”ni kaleme alanların Hristiyan dünya görüşüne, hayat tarzına bağlı İslam karşıtları olduğunu, beyannameyi Hristiyan değerler temelinde şekillendirdiklerini de farkedemedik, tartışma/sorgulama konusu yapamadık. Bugün, Müslümanların İslam adına neoliberal bir özgürleşme yaklaşımını kabul etmeleri, ontolojik bir yok oluşa doğru sürüklendiğimizi gösterir. İslam medeniyetinin tarihin ışıklarını yaktığı dönemde ve o dönem toplumlarında, Müslüman olanlarla, olmayanlar arasında ortak bir terbiye-nezaket-edep-bilgelik ortamı-ilişkisi ile, birlikte yaşama sanatı-estetiği oluşturulmuştu.

Birlikte yaşama sanatı-estetiği ötekiliklere geçit vermedi. Müslümanlar tarihin ışıklarını söndürerek medeniyet ahlakına/sanatına ve estetiğine yabancılaştıklarında, Kürt/Alevi/Ermeni/Rum vb. gibi derin ötekilikler/yabancılar icat ettiler. Bugün de, yeni bir medeniyet tasavvurunu politik çıkarlar adına araçsallaştıran politik hareketler/iktidarlar, yakıcı/yıkıcı ötekiler icat etmek suretiyle, umut etme haklarımızı da bütünüyle yok ediyor. Yeni bir medeniyet tasavvurunu politik çıkar aracı olarak gündemde tutanlar, istismar edenler, düşüncesiz/tefekkürsüz/kültürsüz popülist/oportünist hayatlarla tarih yapılamayacağını, tarihin dönüştürülemeyeceğini, yeni bir medeniyet kurulamayacağını bilmiyor. Yeni bir medeniyet, ancak, etnik/dilsel/mezhepsel/politik karşıtlıklar/rekabetler/nefretler aşıldığında, birlikte yaşama sanatı/estetiği bir kez daha hayata geçirildiğinde, evrensel zihinlerle yeni bir dünya görüşü perspektifinin/ahlakının insanlığın dikkatine kazandırıldığında tasavvur edilebilir.

Politik çıkar-tahakküm mülahazalarıyla, sistematik bir biçimde ötekilik üreten bir zihniyet, hiçbir medeniyet/insanlık anlayışıyla ilgilendirilemez, ancak, barbarlıkla ilgilendirilebilir. Hangi toplumda ve hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, her ötekileştirme/aşağılama/tahkir girişimi büyük bir ahlaki alçalışa işaret eder.

Günümüz İslam toplumlarında, Türkiye’de de, muhafazakar/sağcı dindarlık biçimlerinin, geleneğin, gelenekçi unsurların ve iktidarların tiranlıklarının temsil ettikleri dindarlık biçimlerinin, dindarlık gösteri ve gösterişçiliklerinin, propaganda ve çıkar dindarlıklarının, İslam ve İslamcılık olarak tercüme edilmesi, yorumlanması, değerlendirilmesi çok büyük ve çok çarpık yanlış bilinç konusudur. Bugün, İslam toplumlarında kitleler; Müslümanlar tarafından durdurulan, dondurulan, tarih ve siyaset bilincine/idrakine/iradesine yabancılaştırıldıkları için; menkıbe-keramet-hamaset nostaljileriyle, geçmişe doğru ilerleyen bir din algısının dokunulmazlığına/otoritesine inanıyor. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, sol-seküler kesimlerin din ya da İslam algılarını, Oryantalist genellemelerle, Batılı epistemolojik yaklaşımlar belirliyor. İslam toplumlarında popülizm ve hamaset, bilince ve geleceğe giden bütün yoları birer birer kapatıyor. İslami varoluş, mevcudiyet ve meşruiyet, İslami bütünü ve bütünlüğü seçmek, temsil etmek ve savunmakla başlar. Bütünlük bilincine sahip olmayan bir varoluş bilinci düşünülemez. Reklam, propaganda ve çıkar konusu olan dindarlıklarla, hiçbir şekilde sağlıklı bir düşünce-yorumlama ve hayat tarzı oluşturulamaz. Bütünlük bilincini savsaklamak, ihmal etmek, yerli-milli parçalara takılıp kalmak, bu parçalara meşruiyet kazandırmak, parçalar arası çatışmaları/rekabetleri tahkim etmek, parçaların bağnazlıklarına, saldırganlıklarına ve aşırılıklarına kayıtsız kalmak ahlaki ve entelektüel körlük nedenidir. Hangi parça ile ilgili olursa olsun, parçalarla ilgili yorumları tercih etmek, gündemde tutmak, tecrübe etmek derin bir kültürsüzlükle ilgilidir. Kültürsüzleştirilen toplumlar için gelecek olmayacağı gibi, tarih de olmayacaktır.

Geleceğe ve tarihe giden yollar, ancak, bilinç öncüsü evrensel zihinlerle-kadrolarla/adanmışlıklarla açılabilir.

Müslüman halkların-kültürlerin, zihin dünyaları etrafında, gelenekçiliğin ve sömürgeciliğin ördüğü bariyerler-çit’ler aşılamadığı için, İslam toplumlarında, konformizm, zihinsel-entelektüel özgürlüğe geçit vermiyor. Sömürgeci kültür ve ulus- devlet kültürü, İslami zihni kötürümleştirdiği için, günümüz toplumlarında sözünü ettiğimiz bariyerlerin-çitlerin aşılması-aşılabilmesi için entelektüel mücadele verilmiyor. Yerli-milli bir romantizm tarafından, propaganda diliyle tarih-medeniyet-ümmet kavramları idealize ediliyor, ancak, İslam ülkeleri arasında sömürgeci iradenin çizdiği sınırlar, etnik önyargılar ve nefretler, ulus-devlet realizmleri aşılamadığı için ne tarihe ne medeniyete ne de ümmet’e ulaşılamıyor. Bir diğer yanda Ortadoğu’da mezhep bencillikleri/rekabetleri temelinde sürdürülen jeopolitik mücadele İslami dayanışmaya geçit vermiyor.

Müslüman kitlelerin, özellikle de genç kuşakların, zihin ve ruh dünyaları yerli-milli popülist sloganların içerisine hapsedildiği için, Müslüman halkları birbirlerine yabancılaştıran fiziksel/zihinsel/psikolojik, ilkel duvarlar aşılamıyor. Müslüman halkların geleneğe ve otoriteye kayıtsız-şartsız itaatleri yenilenme ve değişimi imkansız kılıyor. Eski yorumların dokunulmazlığı sebebiyle, geleneksel yorumun otoritesi tartışma konusu yapılamıyor. Geleneğin tiranlığı, entelektüel çabayı, üretkenliği, mücadeleyi, bağımsızlığı, özgün ve özgür düşünceyi, bağımsız yorumu, küresel ufuk ve etki üretimini lüzumsuz ve sapık bir çaba olarak görüyor.

Günümüz dünyasında, özgün-bağımsız İslami bilinç-yöneliş-çaba sistematik bir biçimde ötekileştirilirken, gelenekçi-mistik-folklorik-liberal din’i eğilimler, asimile edilebilir din’i tercihler, Batılılar tarafından ödüllendirilebiliyor. Konformizm, yüzyıllardır söylenegelenleri farklı biçimlerde söylemeye devam etmek; söylenmeyenleri, asıl söylenmesi gerekenleri hiçbir şekilde söylememek anlamı taşır. Hep kalabalıklara hitap ederek, kalabalıkların alkışlarıyla büyülenen taşralı politik kadrolar, niteliklere-kültüre-derinliklere-inceliklere ve estetiğe yabancılaştıkları için, asıl söylenmesi gerekenleri hiçbir zaman söyleyemezler. Kültürsüz bir halka niteliklere-bilgeliklerle seslenilemez, popülist duygusallıklarla seslenilebilir. Popülist duygusallıkları seslendiren propaganda profesyonelleri, propaganda sözcükleri dışında anlamlı sözcüklere ve anlamlı bir içeriğe sahip olamazlar.