Arap-İslam Zirvesi’nin açık ve tutarlı bir siyasi planı var ancak çatışmayı sonlandıracak gerçekçi ve pratik bir yolu empoze edecek gerekli sivri dişlerden yoksun
Ortadoğu siyasetinin karmaşık dokusunda, her biri Filistin-İsrail çatışmasının gidişatında mevcut anın karmaşıklığına ve buna eşlik eden daha geniş bölgesel dinamiklere ışık tutan üç gelişme kesişti.
Öncelikle bir tarafta, özellikle İran cumhurbaşkanının katılması açısından dikkat çekici sonuç bildirgesiyle Arap-İslam zirvesi var.
İkinci olarak diğer tarafta, İsrail’e maliyetinin yüksek olacağı beklentilerini geride bırakan İsrail ordusunun Gazze’deki ilerleyişi bulunuyor.
Üçüncü olarak, Filistinli sivillerin başına gelen trajedilerin gölgesinde, Hasan Nasrallah’ın temsil ettiği “direniş ekseni”nin söylemlerinde ortaya çıkan korkunç tutarsızlık mevcut.
Arap-İslam Zirvesi, İran cumhurbaşkanının Krallık’ta şahsen bulunmasına rağmen, Filistin meselesine yaklaşımda Arap rasyonalitesi ve ılımlılığı ekseninin önceliklerini büyük ölçüde yansıtan sonuç bildirgesini kabul etmeyi başardı.
Benzer güvenlik ve askeri gelişmeler karşısında temel ve klasik noktaların dışında sonuç bildirgesinde dikkat çeken şey, “sivillerin öldürülmesinin” açık bir dille kınanması ve “bir hayatın başka bir hayattan üstün olmadığının ve milliyet, ırk ve din ayrımcılığının yapılamayacağının” ifadesi oldu.
Bu tutum, insani değerlere ve uluslararası hukuka dayanan ilkeli bir duruş olmasının yanı sıra, çok sayıda İsrailli sivilin ölümüne yol açan 7 Ekim Hamas operasyonunun dolaylı da olsa kınanmasını içeriyor.
Bu ileriye dönük tutum, Filistinli sivilleri korumak için acilen müdahale edilmesi gerekliliğini vurgulayan Arap pozisyonunun önemli bir payandasıdır.
Zirveden çıkan ikinci ana sonuç, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunun yeniden teyit edilmesiydi.
Bu nokta, Filistin ulusal pozisyonunu güçlendirmenin tek yolu olarak ortak bir Filistin cephesi oluşturmak için tüm Filistinli grupları FKÖ çatısı altında birleştirmenin gerekliliğini vurguluyor.
Söz konusu söylem sürekli tekrar ettiği için ne kadar sıkıcı görünürse görünsün, Filistinliler için tek faydalı yol olmaya devam ediyor ve mevcut trajik sonuçlarıyla Gazze ile Batı Şeria arasındaki bölünmenin tam tersi istikametinde yer alıyor.
Açıklamadaki üçüncü nokta ise iki devletli çözüme ve kapsamlı ve adil barış çabalarının temeli olarak 2002 Arap Barış Girişimi’ne özellikle odaklanılmasıyla birlikte, barışa bağlılığın Araplar için stratejik bir seçenek olduğuna vurgu yapılması.
Bu üç noktanın önemi, İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin tutumun liderliğini yeniden kazanmaları ve bunu müzayede tuzaklarından korumalarından kaynaklanıyor.
Özellikle de bunlar, bir Arap-İslam oybirliği çerçevesinde onaylandı ve İran ve diğerlerinin, daha çok direniş ve silahlı mücadele söylemine dayanan bir tutum lehine zayıflatmak istediği ılımlı Arap tutumunun referansları baz alındı.
Bu bağlamda, Hasan Nasrallah’ın konuşmasında görülen direniş söylemi, Gazze’deki kanlı olayların gelişimi karşısında oldukça afallamış boyuttaydı.
Filistinliler, daha önceki savaşlar içinde şimdiye kadar gördükleri en ağır bombardımanı yaşarken ve aşağılayıcı bir şekilde evlerini terk etmeye zorlanırken, Hasan Nasrallah direniş ekseni adına şurada burada füzeler ve insansız hava araçlarının (İHA) “başarılarını” tekrar ettiği konuşmalar seliyle kuşanmıştı. Bu sırada ise İsrail tankları Gazze’nin kuzeyinin ortasına konuşlanıyordu.
Bu söylem, Filistinlileri hayal edilemeyecek bir yıkım ve dehşet sarmalının içine sürükledi. İsrail’le Filistin arasındaki güç dengesizliğine karşı hastalıklı derecedeki kayıtsızlık ve Filistin sahasının savaşın yükünü taşımasına yardımcı olacak şekilde hazırlanmaması sonucunda bu yaşandı.
Bu yaklaşım, yıkım ve yerinden edilme manzaralarına yol açarak öngörü ve gerçekçilikten yoksun bir stratejinin sonuçlarını ortaya serdi.
İsrail tarafına gelince; Gazze’ye yapılan askeri müdahalenin başarısızlıkla sonuçlanması yönündeki beklentilerin ve ordunun safları arasında can kayıplarının artacağı iddialarının aksine İsrail, Gazze Şeridi’nde büyük bir ilerleme kaydetti ve 7 Ekim operasyonu sonucunda kaybedilen itibarın çoğunu geri kazandı.
Bununla birlikte, İsrail’in şu ana kadar elde ettiği askeri başarısı, kendi bakış açısından gelecekteki yolun nasıl olacağını belirleyecek herhangi bir siyasi veya diplomatik ufuktan tamamen yoksun görünüyor.
Bu üç gerçeğin, yani Arap-İslam zirvesi kararları, İsrail’in tutumu ve direniş ekseninin söylemi karşısında, üç ciddi tıkanmanın yaşandığı karmaşık bir durum ortaya çıkıyor.
Arap-İslam Zirvesi’nin açık ve tutarlı bir siyasi planı var ancak çatışmayı sonlandıracak gerçekçi ve pratik bir yolu empoze edecek gerekli sivri dişlerden yoksun.
Binyamin Netanyahu hükümeti liderliğindeki İsrail tutumu ise sivri dişlerle dolu.
Ardı ardına gelen bu krizlere son vermek için önce Filistinlilerle, sonra da Arap ülkeleriyle ortak bir şeyler geliştirebilecek herhangi bir siyasi esneklik veya pragmatik hayal gücü yok.
Popüler hayal gücünü esir alan direniş ekseninin söylemi ise Filistinlileri içinde bulundukları cehennemlerinden kurtarabilecek direniş becerisinden ya da siyasi iklimi, siyasi çözümleri engelleyen ve Filistinlilerin acılarının sona ermesini erteleyen müzayedelerden ve infiallerden arındıracak soyluluktan yoksun bir şekilde Filistinlilerin çektiği dehşet acıları suistimal etmeye devam ediyor.