İngiliz işgal güçlerinin, resmiyette “terör örgütü” olarak tanımladığı ama perde arkasından sürekli desteklediği ve semirttiği silahlı siyonist örgütlerin 14 Mayıs 1948 tarihinde kendi aralarında anlaşarak “İsrail” adında bir gayri meşru işgal devletinin kuruluşunu ilan etmesinin ardından Filistin halkının o topraklardan çıkarılması için de geniş çaplı bir savaş başlatılmıştı. O yüzden 15 Mayıs tarihi Filistinliler tarafından her yıl “Nekbe” yani “Büyük Felaket” yıl dönümü olarak değerlendirilmekte, bu vesileyle siyonist işgalin sebep olduğu büyük felakete dünya kamuoyunun dikkatinin çekilmesi istenmektedir.
Gazze’de yedi aydan fazla süredir devam eden soykırım, siyonist vahşetin bu soykırım esnasında gerçekleştirdiği büyük katliam ve yıkım da açıkça gösterdi ki ırkçı siyonist ideolojinin işgal ettiği Filistin toprakları üzerinde bir “siyasi egemenlik” ilan etmesi sadece bir güne mahsus değil süreklilik arz eden bir felakettir. Çünkü siyonizm kendisi başlı başına bir felakettir.
Ancak siyonizmin ideolojik kimliğinin oluşturulmasında ve “devlet” kimliği kazanmasında küresel emperyalizm etkin bir rol oynamıştır. Yahudilik ise bu ideolojinin belli bir topluluk nezdinde taraftar bulabilmesi için istismar edilmiştir. Ama ne yazık ki, vahye dayalı bir dinin beşeri çarpıtma ve saptırmalarla belli bir ırka ya da soya mensup olanların üstünlüğü anlayışına yöneltilmiş olması bu konuda siyonizmin işini de çok kolaylaştırmıştır. Zaten küresel emperyalizm yahudilikte bu kaymayı keşfettiği için onu ırkçı bir ideolojik yönlendirmede kullanmakta zorluk çekmeyeceğini düşünerek planını tasarladı. Bu itibarla siyonizm gerçekte Hz. Musa (.a.s.)’nın tebliğ ettiği ilkelere dayalı bir düşünce ve anlayışın ürünü değil küresel emperyalizmin özellikle 19. yüzyılda bayağı ilgi ve rağbet gören ırk ve soy üstünlüğü temelli yönelimleri değerlendirerek üretmiş olduğu sapık bir ideolojidir. Bu ideolojinin örgütsel temeli 1897 Basel Konferansı’nda atılmış olsa da fikri altyapısı ondan çok daha önce oluşturulmuştu.
Ama küresel emperyalizmin böyle bir ideolojiyi şekillendirmesinin ve organize etmesinin pratiğe dönük önemli amaçları vardı. Bu ideolojiyle en başta Avrupa toplumlarında artık ciddi sorun olarak görülen yahudi azınlıklardan kurtulmak ve onların rağbet edebilecekleri bir toplanma alanı oluşturmayı planlıyordu. Ama aynı zamanda onları İslam âlemini zorlayacak ve başına dert olacak bir araç olarak kullanmak suretiyle kendi sömürgeci projeleri ve hesapları için değerlendirmek istedi. İşte 76 yıl önce İslam coğrafyasının göbeğindeki Filistin topraklarında siyonist terör örgütlerinin “İsrail” adında bir devlet ilan etmeleri de söz konusu projelerin hayata geçirilmesi için sürdürülen yoğun çabaların bir ürünüydü.
Bu olay gerçekten büyük bir felaket olmuştur. Ama bizim yanılgımız bunun sadece Filistin için bir büyük felaket olduğunu zannetmemizdedir. Gerçekte bu, tüm İslam âlemi açısından bir büyük felakettir ve bütün insanlık açısından da bir tehdittir. Böyle olduğunu yedi ayı aşkın bir süredir Gazze’de sürdürülen soykırım bir kez daha gözler önüne serdi. Dünün Nazi hareketi insanlık için nasıl bir felaket idiyse 76 yıldır Filistin toprakları üzerinde yıkım ve soykırım gerçekleştiren siyonizm de aynı derecede bir felaket ve gelecek açısından da öylesine bir tehdittir.
Ancak siyonizm tehlikesi ve tehdidi her zaman büyük zorlukları ve fedakarlıkları göze alabilen güçlü ve kararlı bir direnişle karşı karşıya geldi. Onu durduran da işte bu direniş oldu. Eğer ki bu direniş olmasaydı siyonizmin Nazi felaketini nasıl geride bıraktığı ve bütün İslam âleminde ne büyük katliamlara ve yıkımlara sebep olduğu görülecekti.
Öyleyse şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki Filistin direnişi, siyonist vahşet karşısında bütün İslam âleminin ribat çizgisini korumakta, tüm Müslümanların haklarını savunmakta ve tüm insanlığa yönelen tehdide karşı göğsünü germektedir. Böyle bir direnişin yanında olmak da bir insanlık görevidir.