Oliver Keens yazdı…
Çocuğun mahremiyet hakkına saygı göstermenin tıklamalardan daha önemli olduğunu düşünüyor ve sadece kişiyi esir alacak bir dijital arşivdense seçilmiş bir dizi bebek fotoğrafının yer aldığı küçük bir albümün sadeliğini istiyorum
bu makaleyi yazdığım sırada iCloud arşivimdeki fotoğraf sayısı 43 bin 357 gibi yüksek bir seviyede. Siz bu yazıyı okumayı bitirene kadar bu sayının 20-30 kadar artacağını tahmin ediyorum. Mesela bugün kızımın karate sınavı var ve yeni kuşağıyla onun birkaç fotoğrafını çekeceğimi umuyorum. Oğlum da daha sonra korsan temalı bir doğum günü partisine gidecek, bu yüzden onun ve kahramanlık taslayan arkadaşlarının birkaç fotoğrafını çekerim diye düşünüyorum.
Çocuklarımın fotoğrafları olmadan yaşayamam. O kadar çok gelişim aşamasından geçiyorlar ve göze çarpmadan o kadar hızlı değişiyorlar ki özellikle ilk 10 yılda hafızanızın bunlardan herhangi birini yakalaması zor. Geriye dönüp bakmak ebeveyn olmanın çok aktif bir parçası. Ama sadece iki çocuğun, Londra’daki tüm galerilerin toplamından daha fazla sayıda fotoğrafına sahip olmanın yanlış bir şey olduğu gayet açık.
İşte bu yüzden genç bir adamdan yaşlı bir adama doğru yavaş ve utanmaz evrimimde bu yıl Noel’de tek istediğim, içinde çocuklarımın 80 kadar fotoğrafının yer aldığı mütevazı, eski moda bir fotoğraf albümü. Geri kalan her şey yok olabilir.
Facebook ya da Instagram gibi uygulamalarda paylaşarak sanal bir fotoğraf albümü oluşturmanın ne kadar kolay ve sosyal açıdan kabul edilen bir şey olduğunu düşününce, bir ton fotoğrafı zahmete girerek bastırıp bir albüme yapıştırmayı seçmek antika görünebilir. Ama bence burada bir dönüm noktasındayız. Giderek daha çok kişi, çok fazla nedenden ötürü çocuklarını sosyal medyada paylaşmaktan çekiniyor. En uç noktada, fenomen çocuklarının ilk nesli büyüyüp hikayelerini ilk elden anlatmaya başladıkça çocukları çevrimiçi içerik olarak kullanmanın etkileri hakkında giderek daha fazla şey öğrenmenin eşiğindeyiz. TikTok gibi platformların yanı sıra Stephanie McNeal’ın Swipe Up For More! Inside the Unfiltered Lives of Influencers (Daha Fazlası için Kaydırın! Fenomenlerin Filtresiz Yaşamlarının İçyüzü) gibi kitaplarda, faturaları ödeme yolu olarak kameraya gülümsemek ya da müşterileri mutlu etmek için belirli bir şekilde giyinmek zorunda kalmanın duygusal yüklerini duyabiliyoruz. Çocuklar nihayet paylaşımlarının çektiği çirkin yorumları okuduğunda (genellikle kullanıcıların çocukların daha küçük ve şirin olduğu zamanları tercih ettiği hissini yansıtıyor), tüm bunlar çevrimiçi “paylaşılan ebeveynliğin” (sharenting; İngilizcedeki paylaşmak anlamındaki sharing ve ebeveynlik anlamındaki parenting kelimelerinin birleşiminden oluşan, ebeveynlerin çocukları hakkındaki hassas içerikleri internette paylaşması -çn.) ne kadar toksik olabileceğine işaret ediyor.
Tekrar etmek gerekirse bunlar uç noktalar ama aşırı tutkulu bir fenomen olmasanız bile aynı ilkeler geçerli. Bir ebeveyn çocuğunun iznini almadan fotoğraf paylaştığında, çocuğunun mahremiyet hakkını ezip geçiyor. Onların yasal vasisi olmanız, görüntüleriyle istediğinizi yapmanıza yönelik herhangi bir yasal muafiyet sağlamaz. Pratikte bir çocuğun örneğin avukata erişimi olmadan haklarını savunmasının çok zor olduğu aşikar; bu nedenle Çocuklara İşkenceyi Önleme Derneği (NSPCC), ebeveynleri bir gönderiyi paylaşmadan önce çocuğun iznini almaya çağırıyor. Fakat sosyal medyanın ne olduğunu açıklamayı gerektirdiği için bu zahmetli bir şey. Bu nedenle, “Şüpheye düşerseniz, yapmayın” özdeyişi hiç bu kadar makul görünmemişti.
Ebeveynlik deneyimi sıklıkla ve özellikle bebeklik döneminde, çocuğunuzun sadece az sayıda kişinin (ebeveynler, akrabalar) şiddetli bir şekilde taptığı silik, muğlak bir ilah olduğu küçük bir tarikatta yer almak gibi hissetirebilir. Buna karşın sosyal medya, zaman zaman sizi neredeyse olumsuz olmaya kışkırtan, vurucu ve dobra bir yer. Bu yüzden, kötü bir gün geçiren ya da kötü niyetli birinde bir şekilde öfke uyandırmasınlar diye çocuklarımın fotoğraflarını internette paylaşmayı arzu etmiyorum. Sosyal medya takiplerinin rasgele olma eğiliminde olması imkansız seviyede ve sabahın üçünde bir kulübün sigara içilen bölümünde tanıştığınız birinin sizin zırlayan DNA klonunuzla ilgili, diğer tarikat üyelerinizle aynı düzeyde heyecan duymasının makul olduğunu düşünmüyorum.
İstifçiliğin sağlıksız olduğunu bilsek de bugünlerde hangimiz dijital fotoğrafları acımadan istiflediğini inkar edebilir? Bunu amaçsızca yapıyoruz çünkü depolamanın karbon ayak izi (ısınan sunucuları soğutmaktan), çoğumuzun duymuyormuş gibi davrandığı saatli bir çevre bombası olsa da bir dezavantajı yok gibi görünüyor.
Daha az tartışılan bir konu da bulut çağı çocuklarının, yetişkinliğe ulaştıklarında belki de 30 bin fotoğraflarını içeren bir dijital mirasla ne yapacağı? Bazılarının belki de katıksız bir narsisizmle, neredeyse saplantılı bir şekilde bunun esiri olacağını hayal etmek imkansız değil. Diğerleri de sanki dipsiz bir arşive sonsuz dalışlar yapmak yetişkin ruhundaki herhangi bir deliği kapatabilirmiş gibi, tüm bunlardan bir anlam çıkarmaya çalışırken çıldırabilir.
Buna karşın son derece mütevazı ve ustalıklı bir sıkıcılığa sahip bir fotoğraf albümüne takıntılı hale gelmek epey zor bir şey. Dijital dönem öncesi çocuklarının çoğu, aile buluşmalarında albümler çıkarıldığında homurdanırdı ve bunun iyi bir nedeni vardı: Albümler demode ve son derece utanç vericiydi, geçmişe dönerek sadece yaşayıp geleceğe sıçramak istediğiniz zamanları yad etmekle ilgiliydi. Bir çocuğun hayatı hiçbir yük olmadan, dakika dakika kaydedilmeden hızlıca yaşanmalı. Serebral kortekslerinde var olan anılar yaratmalılar, jpeg’lerde değil. Uçsuz bucaksız bir içerik kuyusunun kimseye, özellikle de bir gün sadece iyi şeyleri hatırlamak isteyecek bir ebeveyne faydası yok. Karate sınavından önce hissettiği gerginlik. Kahramanlık taslayan arkadaşının doğum günü pastasına yüzüstü düşmemek için kullandığı insanüstü güç.